hap | * Kolayca yutulabilmesi için küçük toparlak durumuna getirilmişilâç. * Bir içimlik afyon. |
hap | * (çocuk dilinde) Yutma sesi. |
hap etmek | * yemek, yutmak. |
hapaz | * Avuç. |
hapazlama | * Hapazlamak işi. |
hapazlamak | * Avuçlamak. |
hapçı | * Afyon vb. uyuşturuculara alışmışolan (kimse). |
hapçılık | * Uyuşturucu madde özelliği taşıyan haplara düşkün olma durumu. |
hapıyutmak | * kötü bir duruma düşmek. |
hapır hapır, hapır hupur | * İştahlıve gürültülü bir biçimde (yemek). |
hapis | * Bir yere kapatıp salıvermeme. * Yasalara göre suçu belirlenen bir kimseyi ceza evine koyma cezası. * Cezaya çarptırılmışsuçluların kapatıldıklarıyer, ceza evi, hapishane. * Ceza evine kapatılmışkimse, mahpus. * Pullarısalıvermemek, kapatmak temeline dayanan bir çeşit tavla oyunu. |
hapis giymek | * hapis cezasına çarptırılmak. |
hapis yatmak | * hükümlü olduğu süreyi hapishanede geçirmek. |
hapishane | * Hapis cezasına çarptırılanların kapatıldıklarıyer, dam, ceza evi, kodes. |
hapishane kaçkını | * suçlu olup da henüz tutuklanmamışkimse. * kötü, serseri, hoyrat kimse. |
hapislik | * Hapiste bulunma durumu veya süresi. |
haploit | * Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom takımı. |
haploloji | * Bkz. Orta hece yutumu. |
hapsedilme | * Hapsedilmek işi. |
hapsedilmek | * Hapsetmek işi yapılmak. |
hapsetme | * Hapsetmek işi. |
hapsetmek | * Bir suçluyu hapishaneye koymak. * Bir yere kapatıp salıvermemek. * Bir kimseyi veya bir şeyi boşu boşuna tutmak, alıkoymak. |
hapsettirme | * Hapsettirmek işi. |
hapsettirmek | * Hapsedilmesine yol açmak. |
hapşırık | * Aksırık. |
hapşırıklı | * Aksırıklı. |
hapşırma | * Hapşırmak işi, aksırma. |
hapşırmak | * Aksırmak. |
hapşırtma | * Hapşırtmak işi. |
hapşırtmak | * Aksırtmak. |
hapşu | * Hapşırma sesi. |
hapt | * “Bir tartışmada karşısındakini susturmak ve karşılık veremez duruma getirmek” anlamında haptetmek birleşik fiilinde geçer. |
haptetme | * Haptetmek işi. |
haptetmek | * Karşısındakini susturmak, cevap veremez durumunda bırakmak. |
har | * Birtakım ikileme ve deyimlerde çeşitli anlamlarla geçer. |
har | * Sıcak, kızgın, yakıcı. |
har gür | * tartışıp çekişme, tartışıp çekişerek. |
har gür | * Bkz. har. |
har har | * Gürültülü, bol ve sürekli olarak. |
har hur | * karışıklık ve anlaşmazlık. |
har hur | * Bkz. har. |
har vurup harman savurmak | * düşüncesizce ve hesapsızca harcamak, bol bol harcayıp tüketmek. |
hara | * At üretilen çiftlik, aygır deposu. |
hara | * Hare. |
harabat | * Yıkıntılar, harabeler, viraneler. * (Divan edebiyatında) İçkili eğlence yeri, meyhane. |
harabatî | * Maddî şeylere değer vermediği için üstüne başına özenmeyen, dağınık, derbeder. * Vaktini meyhanelerde veya zevk ve sefada geçiren (kimse). |
harabatîlik | * Harabatî olma durumu, dağınıklık, derbederlik. |
harabe | * Eski çağlardan kalmışşehir veya yapı, ören, kalıntı. * Yıkılmışveya yıkılmaya yüz tutmuşyapı, yıkı. |
harabelik | * Harap olmuşyer, ören. |
haraca bağlamak | * bir kimseyi belli zamanlarda kendisine belli miktarda para vermeye zorlamak. |
Kategoriler