harem ağası | * Osmanlısaraylarında ve büyük konaklarda haremle selâmlık arasında hizmet gören hadım, zenci köle, hadım ağası. |
harem kâhyası | * Haremin alışverişine bakan erkek görevli. |
haremlik | * Saray ve konaklarda kadınlara ayrılan bölüm, selâmlık karşıtı. * Karılık, eşlik. |
haremlik selâmlık olmak | * bir yerde kadınlar ayrı, erkekler ayrı oturmak. |
Harezmî yolu | * Bkz. algoritma. |
harf | * Dildeki bir sesi gösteren ve alfabeyi oluşturan işaretlerden her biri. |
harf atmak | * söz atmak, tanımadığı bir kadına uygunsuz sözler söyleyerek yaklaşmaya çalışmak. |
harf çevirisi | * Transliterasyon. |
harfendaz | * Onur kırıcısöz söyleyen. |
harfendazlık | * Harfendaz olma durumu. |
harfi harfine | * Tastamam, uygun, gerçekte olduğu gibi. |
harfitarif | * Arapçada addan önce gelen ve adın belirli olduğunu gösteren elif, lâm harfleri, tanımlık. |
harfiyen | * Harfi harfine, hiçbir değişiklik yapmadan. |
harharyas | * Harharyasgillerden, boyu 2 m’ yi bulan çok tehlikeli bir köpek balığıtürü (Carcharhinus lamia). |
harharyasgiller | * Köpek balıklarıtakımına giren bir familya. |
harı başına vurmak | * çok kızmak; azmak, kendini tutamayacak duruma gelme. |
harı geçmek | * kızgınlığı, sıcaklığı, hevesi, isteği veya öfkesi azalmak. |
harıl harıl | * Aralıksız olarak, durmaksızın, bütün gücüyle. |
harılanma | * Harılanmak durumu. |
harılanmak | * (hayvan) Huysuzlanmak, huysuzluk etmek. |
harıldama | * Harıldamak durumu. |
harıldamak | * Gürültüyle ve sürekli olarak akmak; yanmak; çalışmak. |
harıltı | * Harıldarken çıkan ses. |
harım | * Sebze ve meyve bahçesi. * Tarla ve bahçe çevresindeki çit. |
harın | * Bir şeyden huylanıp yürümeyen, geri geri giden (hayvan). * Hain, huysuz. * Obur. |
haricen | * Dıştan, dışarıdan. |
haricî | * Dışla ilgili, dıştan olan. |
hariciye | * (devlet yönetiminde) Dışişleri. * Ameliyatıveya tedaviyi gerektiren hastalıklarla ilgilenen hekimlik kolu. * Hastahanelerde bu hastalıklarla ilgilenen bölüm. |
hariciye nazırı | * Dışişleri bakanı. |
hariciyeci | * Dışsiyaset ile uğraşan meslek adamı. * Hariciye hastalıklarıuzman hekimi. |
hariciyecilik | * Hariciyeci olma durumu. |
hariç | * Dış, dışarı. * Yabancıülke, dışarı. * Dışta kalmak üzere, dışında sayılmak üzere. |
hariç olmak | * o işin içinde olmamak. |
hariçten gazel okumak (veya atmak) | * bir konuyu iyice bilmeden, üzerinde görüşve düşünce ileri sürmek. * bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak. |
harika | * Yaradılışın ve imkânların üstünde nitelikleriyle insanda hayranlık uyandıran (şey). * Çok büyük bir hayranlık uyandıran, eksiksiz, kusursuz, tam, mükemmel. |
harikalar yaratmak | * hayranlık uyandıracak başarılar kazanmak. |
harikulâde | * Eşi görülmemiş, şaşkınlık yaratıcı, olağanüstü. * Çok güzel. |
harikulâdelik | * Harikulâde olma durumu veya özelliği, olağanüstülük. |
harim | * Girilmesi yabancıya yasak olan, kutsal tutulan, korunulan yer. |
harir | * İpek. |
haris | * İstekli, aç gözlü, bir şeyi çok fazla isteyen, hırslı. |
harita | * Coğrafya, tarih, dil, nüfus vb. olgularla ilgili yeryüzünün veya bir parçasının, belli bir orana göre küçültülerek düzlem üzerine çizilen taslağı. |
haritacı | * Harita yapan kimse, kartograf. |
haritacılık | * Haritacı olma durumu. * Çeşitli amaçlara yönelik haritaların yapım yöntemi, kartografi. |
haritada olmak | * göz önünde bulundurulması gerekmek. |
haritadan silinmek | * bir ülke, başka devletin hâkimiyeti altına girmek. * (bir köy, kasaba) savaşveya deprem gibi bir olay sonunda yok olmak. |
haritalık | * Haritaların saklandığıyer. |
hark | * Bkz. ark. |
harlak | * Harıltı ile akan su, çağlayan. |
harlama | * Harlamak işi. |
Kategoriler