hemcins | * Aynıcinsten olan, türdeş, soydaş. |
hemdert | * Dert ortağı. |
hemen | * Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak. * Aşağıyukarı; yalnız, sadece. |
hemen hemen | * Nerede ise, az zaman sonra. * Tam değilse bile ona pek yakın. |
hemencecik | * Çarçabuk, anında. |
hemfikir | * Aynıdüşüncede, aynı görüşte olan, oydaş. |
hemhâl | * Aynıdurumda olan. |
hemhâl olmak | * bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek. |
hemhudut | * Sınırdaş. |
hemodiyaliz | * Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artıklarıayıklamak ve kanıtemizlemek için kullanılan tedavi yöntemi. |
hemofil | * Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalığına tutulan (kimse). |
hemofili | * Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlıkanama hastalığı. |
hemoglobin | * Soluk alma aracıyla organizmanın hücreleri arasında oksijen ve karbon gazını iletmeyi sağlayan, birleşiminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi. |
hempa | * Kötü işlerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş, omuzdaş. |
hemşehri | * Aynı ilden olan kimse, memleketli. * Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır. |
hemşehrilik | * Hemşehri olma durumu. |
hemşire | * Kız kardeş, bacı. * Diplomalıhasta bakıcıkadın. |
hemşirelik | * Kız kardeşlik. * Hasta bakıcılık. |
hemşirezade | * Kız kardeşin çocuğu. |
hemze | * Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapışmasısonucu havanın akışını birdenbire engellemesiyle oluşan ve bir kesinti izlenimi veren ünsüz. |
hemzemin | * Aynıdüzeyde olan. |
hemzemin geçit | * Kara yoluyla aynıdüzeyde olan tren yolu geçidi. |
hendek | * Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmışderin çukur. |
hendese | * Geometri. |
hendesî | * Geometrik. |
hengâm | * Hengâme. |
hengâme | * Patırtı, gürültü, kavga. |
hentbol | * Yedişer kişilik iki takımın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesasına dayanan bir spor türü, el topu. |
hentbolcu | * Hentbol oynayan kimse. |
henüz | * (olumlu cümlelerde) Az önce, daha şimdi, yeni. * (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ. |
hep | * Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak. * Sürekli olarak, her zaman, daima. * (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir şeyi oluşturan parçaların bütününü anlatır. |
hep beraber | * Birlikte. |
hep bir ağız olmak | * söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynışeyleri söylemek. |
hep bir ağızdan | * aynıanda pek çok kişi aynışeyi (söyleyerek, konuşarak). |
hep birden | * Toplu olarak. |
hepatit | * Sarılık. |
hepatoloji | * Karaciğerin anotomisini, fizyolojisini ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı. |
hepçil | * Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen. |
hepimiz | * Bkz. hep. |
hepiniz | * Bkz. hep. |
heple hiç ilkesi | * tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargının, o tür veya cinsin bütün bireyleri için doğru olması ilkesi. |
hepsi | * Bütünü, tamamı, tümü, cümlesi, hep. |
hepsi hepsi | * Tamamen, tam tamına. |
hepten | * Tamamıyla, büsbütün. |
hepyek | * Tavla oyununda zarların tek benekli yönlerinin üste gelmesi. |
her | * Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, “…-in hepsi” anlamını verir. |
her aşın kaşığı | * her şeye karışan, her şeye burnunu sokan. |
her biri | * Ayrıayrıhepsi. |
her boyaya girip çıkmak | * çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmışolmak. |
her boyayı boyadı bir fıstıkî yeşil (mi) kaldı? | * yapılması gereken bir şey varken, önemsiz, zorunlu olmayan şeylerle ilgilenildiğinde söylenir. |
Kategoriler