iktidarsızlaşmak | * İktidarsız duruma gelmek. |
iktidarsızlık | * Güçsüzlük, beceriksizlik, yetersizlik. * (erkek için) Cinsî gücü olmama durumu. |
iktifa | * Yetinme; kanma. |
iktifa etmek | * yetinmek; kanmak. |
iktiran | * Yaklaşma. * (bir yere) Ulaşma, erişme. |
iktiran etmek | * ulaşmak, erişmek. |
iktisaden | * Ekonomik olarak, ekonomi bakımından. |
iktisadî | * Ekonomik. |
iktisadiyat | * Bir devletin ekonomik durumu. |
iktisap | * Kazanma, edinme, edinim. |
iktisap etmek | * kazanmak, edinmek. |
iktisat | * Ekonomi. |
iktisat etmek (veya yapmak) | * para artırmak, tutumlu davranmak, tasarruf etmek. |
iktisatçı | * Ekonomi uzmanı, ekonomist. |
iktisatçılık | * Ekonomi uzmanlığı. |
iktisatlı | * Aşırıharcama yapmayan veya gerektirmeyen (kimse, şey), tutumlu. |
iktisatsız | * Aşırıharcama yapan veya gerektiren (kimse, şey), tutumsuz. |
iktiza | * Gerekli olma, gerekme. |
iktiza etmek | * gerekmek. |
il | * Merkezî yönetimin, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara, kamu hizmetlerinin gereklerine göre, ülke üzerinde yayılmış, bir vali yönetimindeki en önemli bölümü, vilâyet. |
-il | * Bkz. -ıl / -il. |
-il- | * Bkz. -ıl- / -il. |
ilâ | * -den …-e kadar. |
ilâç | * Bir hastalığı iyi etmek veya önlemek için, türlü yollardan kullanılan madde, em, deva. * Çare, önlem. ilâç için … yok … * hiç yok. |
ilâç yapmak (veya hazırlamak) | * gerekli maddeleri kullanarak reçetede belirtilen dozda ilâcı ortaya koymak. |
ilâç yazmak | * reçete yazmak. |
ilâçlama | * İlâçlamak işi. |
ilâçlamak | * İlâç sürmek. * Mikroplardan arındırmak, zararlı böceklerden korunmak amacıyla ilâç püskürtmek veya sıkmak. |
ilâçlanış | * İlâçlanmak işi veya biçimi. |
ilaçlanma | * İlâçlanmak işi. |
ilâçlanmak | * İlâçlamak işi yapılmak veya ilâçlamak işine konu olmak. |
ilâçlı | * İçinde ilâç bulunan. * İlâçlanmış. |
ilâçlık | * İlâç, yapmak için ayrılmış, ilâç yapmaya yarar. |
ilâçsız | * İlâcı olmayan. * İlâçlanmamış. |
ilâçsızlık | * İlâçsız olma durumu. |
ilâh | * Tanrı. * Bir alanda yaratıcılığı ile hayranlık uyandıran, çok beğenilen, çok tutulan. |
ilâh gibi | * çok yakışıklı(erkek). |
ilâhe | * Tanrıça. |
ilâhi | * “Bu ne hâl”, “ne tuhaf” gibi şaşma, sitem bildirir. |
ilâhî | * Tanrı’ya özgü, tanrısal. * Çok güzel, mükemmel. * Tanrı’yıövmek, ona dua etmek için yazılıp makamla okunan nazım. |
ilâhiyat | * Allah’ın varlığıve nitelikleriyle ilgili konularıele alan felsefenin bir kolu, Tanrı bilimi, teoloji. |
ilâhiyatçı | * Tanrı bilimci, teolog. |
ilâhlaşma | * İlâhlaşmak işi. |
ilâhlaşmak | * Yücelmek; çok beğenilmek, hayranlık uyandıran bir duruma gelmek. |
ilâhlaştırma | * İlâhlaştırmak durumu veya biçimi. |
ilâhlaştırmak | * İlâh durumuna veya biçimine getirmek. |
ilâm | * Bildirme, anlatma. * Bir davanın mahkemece nasıl bir hükme bağlandığını gösteren resmî belge. |
ilâm almak | * mahkeme kararını bildiren belgeyi almak. |
ilâm etmek | * bildirmek. |
ilâmaşallah | * Sonu gelmeyecek bir zamana kadar. * Sitem veya alay yollu “maşallah” yerine kullanılır. |
Kategoriler