ilân | * Duyuru. * Açıkça bildirme, açıkça duyurma. |
ilân etmek | * bir durumu yayım yoluyla duyurmak. * bir durumu yaymak. * açıkça bildirmek. |
ilân tahtası | * Duyuruların üzerine yazıldığıveya yapıştırıldığıdüz levha, pano. |
ilân vermek | * çeşitli basın yayın organlarıyla bir durumu duyurmak, açıklamak. |
ilâncılık | * Ticarî bir amaçla geniştopluluklara tanıtılmak istenen bir şeyi basın ve yayım yoluyla duyurma işi. |
ilânen | * Duyuru yoluyla. |
ilânıaşk | * Karşıcinse aşkını bildirmek işi. |
ilânıaşk etmek | * (bir erkek bir kadına veya bir kadın bir erkeğe) kendisini sevdiğini söylemek. |
ilânihaye | * Sonsuza kadar. |
ilârya | * Gümüş balığının küçüğü. |
ilâve | * Katma, ekleme, ulama, ek. * Eklenmiş, katılmışparça. * Arttırma, büyütme, abartma. * Ek. |
ilâve etmek | * eklemek, katmak, ulamak. |
ilâveli | * Eki olan. * Abartılmış, yalan katılmış, mübalâğalı. |
ilâveten | * Ek olarak, ek yoluyla, ekleyerek. |
ilbay | * Vali. |
ilca | * Zorlama, zorunda bırakma. |
ilca etmek | * zorlamak, zorunda bırakmak. |
ilçe | * Yönetim bakımından yurt bölümlemesinde ilden sonra gelen bölüm, kaymakamlık, kaza. |
ilçebay | * Kaymakam. |
ile | * Kelimenin sonuna geldiğinde birliktelik, işteşlik, beraberlik, araç, sebep veya durum anlatan cümleler yapmaya yarar. * Bazısoyut isimlere getirilince durum bildiren zarflar oluşturur. * Cümle içinde aynı görevde bulunan iki ögeyi birbirine bağlamaya yarar. |
ilelebet | * Sonsuzluğa değin, sürgit. |
ilen | * İle. |
ilenç | * İlenmek amacıyla söylenen söz, ilenme, beddua. |
ileniş | * İlenmek işi veya biçimi. |
ilenme | * İlenmek işi, beddua. |
ilenmek | * Bir kimse için kötü dilekte bulunmak, beddua etmek. |
iler tutar yeri olmamak (veya kalmamak) | * çok dağınık, kötü, bozuk veya berbat bir duruma gelmek. |
ilerde | * İleride. |
ileri | * Herhangi bir şeye göre daha ötede olan yer, geri karşıtı. * Bir şeyin ulaşılacak yönü. * Henüz gelmemişzaman, gelecek, sonra. * Önde bulunan. * Doğrusundan daha çok gösteren (saat). * Önceki, evvelki. * Benzerlerini geride bırakmış. * “Amaca doğru durmadan yürü” anlamına. * Öne doğru, ileri doğru. * Temel duruşta ayak uçlarının gösterdiği yön. |
ileri (veya öne) sürmek | * öne doğru yürütmek. * bir düşünceyi veya tasarıyıönermek, serdetmek. |
ileri almak | * öne almak. * (saat için) önceki vakte almak, öne ayarlamak. |
ileri atılmak (veya çıkmak) | * öne doğru çıkmak. |
ileri geçmek | * öne geçmek. * üstün bir makama geçmek. |
ileri gelenler | * Bir topluluğun önemli, sözü dinlenir, saygın kişileri, eşraf. |
ileri gelmek | * sebep olmak, oluşmak, bağlı bulunmak, doğmak, meydana gelmek. |
ileri geri | * Herhangi bir konuda dikkat etmeme, ayrıntılarıdüşünmeme. |
ileri geri etmemek | * uzun boylu tartışmadan, sorgu sual etmeden. |
ileri geri konuşmak (lâflar etmek veya söylemek) | * yersiz ve gönül kıracak biçimde konuşmak. |
ileri geri söz (etmek veya söylemek) | * yersiz, yakışıksız söz. |
ileri gitmek (veya varmak) | * söz ve davranışta ölçü dışına çıkmak, gereksiz, aşırıdavranışta bulunmak. |
ileri görüş | * Daha sonra olabilecekleri düşünmek işi. |
ileri görüşlü | * İleri görüşü olan (kimse). |
ileri götürmek | * (bir durum veya davranışiçin) ölçüyü aşmak. |
ileri uç | * Futbolda ileri hat, hücum mevkii, forvet. |
ileri uç oyuncusu | * Futbolda ileri uçta oynayan sporcu, golcü. |
ilerici | * İlerlemeden yana olan; ileri düzeydeki toplumsal ve siyasî gelişmeleri benimsemişolan (düşünce, kimse vb.), terakkiperver. |
ilericilik | * İlerici olma durumu, ilerici davranış. |
ileride | * Gelecekte, gelecek zamanda. * Ötede. |
ilerisi | * Daha ön tarafı. * Geleceği, ötesi. |
ilerisine gitmek | * bir işin sonuna kadar gitmek. |
Kategoriler