işitiş | * İşitmek işi veya biçimi. |
işitme | * İşitmek işi. * Duyma, sema (II). |
işitme kesesi | * Suda yaşayan bazı omurgasız hayvanlardan, işitme taşını içinde bulunduran akışkan sıvılı organ, otosist. |
işitme taşı | * Omurgalılarda ve bazı omurgasızlarda denge organı olan, iç kulakta bulunan kalker parçacıkları, otolit. |
işitmek | * Kulakla algılamak, duymak. * Haber almak. * Kendisine söylenilmek. |
işitmemezlik | * İşitmezlik. |
işitmezliğe getirmek (veya işitmezlikten gelmek) | * işitmemiş, duymamışgibi davranmak, aldırmamak. |
işitmezlik | * İşitmemiş, duymamışgibi davranmak. |
işitsel | * İşitimle ilgili. |
işittirme | * İşittirmek işi. |
işittirmek | * İşitmesini sağlamak, duyurmak. |
işkâl | * Güçleştirme, zorlaştırma, çetinleştirme. |
işkâl etmek | * güçleştirmek, zorlaştırmak, çetinleştirmek. |
işkembe | * Gevişgetirenlerin ilk ve en büyük mide bölümü. * Kasaplık hayvanlarda mideyi oluşturan bölümlerin bütünü. * İşkembeden yapılan. * Mide. |
işkembe çorbası | * Temizlenmişve önceden haşlanmışişkembenin tavla zarı büyüklüğünde doğranmasından sonra un, sirke, sarımsak karıştırılarak hazırlanan bir çorba türü. |
işkembe suratlı | * Çopur. |
işkembeci | * İşkembe veya işkembe çorbasısatan kimse. |
işkembecilik | * İşkembeci olma durumu veya işkembecinin işi. |
işkembeden atmak (veya söylemek) | * uydurarak söylemek. |
işkembeli | * İşkembesi olan. * (çorba, yemek için) İçinde işkembe bulunan. |
işkembesi geniş | * Hoşgörülmeyecek şeyi de hoşgören, hazımlı. |
işkembesini düşünmek | * Öncelikle karın doyurmayıdüşünmek. |
işkembesini şişirmek | * oburca yemek yemek. |
işkembesiz | * İşkembesi olmayan. * Beğenilmeyecek nitelikteki şeyleri de beğenen (kimse). |
işkence | * Bir kimseye maddî veya manevî olarak yapılan aşırıeziyet. * Düşüncelerini öğrenmek amacıyla birine uygulanan eziyet. * Aşırı gerginlik, sıkıntılıdurum, azap. * Vidalı bir tür sıkıştırma aracı. |
işkence etmek (veya yapmak) | * maddî veya manevî eziyet çektirmek. |
işkenceci | * İşkence yapan. |
işkenceye sokmak | * maddî veya manevî sıkıntıvermek, zora sokmak. |
işkil | * Kötü bir durumla karşılaşma sanısı, kuşku, kuruntu, vesvese. |
işkillendirme | * İşkillendirmek işi. |
işkillendirmek | * İşkillenmesine yol açmak. |
işkillenme | * İşkilli duruma gelme, pirelenme. |
işkillenmek | * İşkilli duruma gelmek, pirelenmek. |
işkilli | * İşkil içinde bulunan, kuşkulu, kuruntucu, vesveseli, müvesvis. |
işkilli büzük dingilder | * gizli bir ayı bı olanların herhangi bir sözden alınarak kendilerini ele verdiklerini anlatır. |
işkilli olmak | * işkil duymak, tedirgin durumda olmak. |
işkillilik | * İşkilli olma durumu, vesveselilik. |
işkilsiz | * İşkil içinde bulunmayan, kuşkusu olmayan, vesvesesiz. |
işkilsizlik | * İşkilsiz olma durumu. |
işkine | * Gölge balığı gillerden, Akdeniz’de yaşayan, vücudu yassı, pullu, eti lezzetli bir balık (Sciaena umbra). |
işlek | * Çok işleyen, canlı, hareketli. * Özenmeden, çabuk yazıldığıhâlde okunaklıve güzel olan (yazı). |
işlek ek | * Kelime türetmede sık kullanılan yapım eki. |
işleklik | * İşlek olma durumu. |
işlem | * Bir işi sonuçlandırmak için yapılan işveya uygulamaların hepsi, muamele. * Sayılarıkarşıkarşıya getirip belirli birtakım kurallara uygun olarak, birbiri üzerine etkilendirme yöntemi. * Madde üzerinde her türlü değişim yapma işi, muamele. * Ham veya ara mallarıve maddeleri fiziksel, kimyasal değişikliklerle daha uygun, kullanılır duruma getirme, muamele. |
işlem hacmi | * Borsada gerçekleştirilen alım satımların toplam tutarı. |
işlemci | * Bilgisayar programlarının herhangi bir dilinde yazılmışprogramı, bilgisayarda işletmeyi sağlayan programlar topluluğu. * Bir bilgisayarda verilen komutlarıyorumlayan ve yürüten birim. |
işleme | * İşlemek işi. * İnce ve süslü el işi, nakış. * Herhangi bir konuyu ele alarak inceleme. * İnce ve süslü işlenmiş. * Bir filmdeki gizli görüntüyü ortaya çıkarmak için, gümüş bromürlü tabakanın lâboratuvarda çeşitli kimyasal işlemlerden geçirilmesi. |
işlemeci | * Elle oyma, nakışvb. yapan kimse. |
işlemecilik | * İşlemecinin işi. |
işlemek | * Bir şeye emek vererek onu daha elverişli bir duruma getirmek. * (ince ve süslü şeyler için) Yapmak, nakışlamak. * İçine girmek, etkilemek, nüfuz etmek. * İyi çalışmak, müşterisi bol olmak. * Durağan durumdan hareketli duruma geçmek, çalışmak. * Herhangi bir konuyu ele alarak incelemek, öğretmek. * Düşüncelerini herhangi birine etki yaparak benimsetmek. * İşlek, etkin durumda olmak. * (çı ban) Olgunlaşma yolunda olmak. * (yara) Kapanmak. * Gidip gelmek. * Hesaplarıveya kayıtları düzenli olarak tutmak veya gereken yere aktarmak. |
Kategoriler