kışla | * Askerlerin toplu olarak barındıkları büyük yapı. * Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği veya kışın barındığıkapalıağıl. |
kışlak | * Kışın barınılan yer. * Kışın orduların, göçebe oymakların hayvanlarıyla birlikte yayladan inip konakladıklarıyer. |
kışlama | * Kışlamak işi. |
kışlamak | * Kışolmak. * Kışı(bir yerde) geçirmek. |
kışlamak | * Kuşve kümes hayvanlarınıürkütmek. |
kışlatma | * Kışlatmak işi veya durumu. |
kışlatmak | * Kışı(bir yerde) geçirtmek. * Musallat etmek. |
kışlık | * Kışa özgü, kışiçin. * Kışın oturulan yapı. |
kıt | * İhtiyaca yetmeyecek kadar az, bol karşıtı. * (duygu, söz vb. için) Az. |
kıt kanaat | * Yoksulluk içinde ve güçlükle (geçinmek). |
kıt’a | * Yeryüzündeki beş büyük kara parçasından her biri, ana kara. * Silâhlıveya silâhsız erlerin, bir komutanın emrinde bir araya gelmesinden oluşan birlik. * Dörtlük. * Parça, tane. |
kıt’a sahanlığı | * Karalarıçevreleyen ve karalardan sayılan -iki yüz m derinliğe kadar olan sığdeniz dipleri. * Ülke kıyılarına bitişik olan ve 200 m derinliğe veya bu sınırın ötesindeki su derinliğinin doğal kaynaklarının işletilmesine elverişli olduğu noktaya kadar, kara sularının dışında kalan deniz altı bölgelerinin deniz yatağıve toprak altıkesiminin bütünü. |
kıtaat | * Kıtalar, ana karalar. * Asker birlikleri. |
kıtal | * Vuruşma, birbirini öldürme. * Savaş. |
kıt’alar arası | * Bütün kıt’aları birbirine bağlayan, kıt’alarla ilgili olan durum. |
kıtıkıtına | * İhtiyaca zor yetecek kadar. |
kıtık | * Minder, yastık gibi şeyleri doldurmak için kullanılan ve bazen de sıvanın içine katılan keten ve kendir lifleri. |
kıtıklama | * Kıtıklamak işi. |
kıtıklamak | * Kıtıkla doldurmak. |
kıtıklı | * İçine kıtık konmuşolan. |
kıtıpiyos | * Değersiz, bayağı, kötü. |
kıtıpiyozluk | * Kıtıpiyoz olma durumu. |
kıtır | * Uydurma söz, yalan. * Patlamışmısır. * Kuru ve gevrek ses. |
kıtır atmak | * yalan uydurup söylemek. |
kıtır kıtır | * Çok pişirilmekten veya kızartılmaktan kuru ve gevrek bir duruma gelmişolan. * Yemek, kesmek, doğramak gibi fiillerle kullanıldığında o fiilin gevrek bir ses çıkararak yapıldığını belirtir. |
kıtıra almak | * alay etmek. |
kıtırcı | * Çok yalan söyleyen kimse. |
kıtırdama | * Kıtırdamak işi. |
kıtırdamak | * Kuru bir şey kıtır sesi çıkarmak. |
kıtırdatma | * Kıtırdatmak işi. |
kıtırdatmak | * Kıtır diye gevrek ses çıkarmak. |
kıtırtı | * Kıtırdama sesi. |
kıtlama | * Şekeri ağızda dişle küçük küçük ısırarak çay içmek için kullanılır. |
kıtlaşma | * Kıtlaşmak işi. |
kıtlaşmak | * İhtiyacıkarşılayamamak, kıt duruma gelmek. |
kıtlığına kıran girmek | * bir şey hiç bulunmaz olmak. |
kıtlık | * İhtiyaca yetmeyecek derecede azlık. * Kuraklık, savaşgibi sebeplerle ürünün yetişmemesi ve bundan doğan açlık. * Yiyecek maddelerinde görülen darlık. * (duygu, söz vb. için) Azlık. |
kıtlıktan çıkmışgibi (yemek) | * doymak bilmezcesine (yemek). |
kıvam | * (sıvılar için) Koyuluk; koyuluk derecesi. * Bir şeyin en uygun zaman veya durumu. * Spor çalışmalarında başarılı olabilmek için, fizik ve moral yönünden istenilen iyi durum. |
kıvamını bulmak (veya kıvamına gelmek) | * gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, en uygun anında olmak. |
kıvamlanma | * Kıvamlanmak işi. |
kıvamlanmak | * (sıvılar için) Kıvamına gelmek, koyulaşmak. * Olgunlaşmak, uygun duruma gelmek. |
kıvamlaştırıcı | * Sıvı bir maddeyi kıvamına getirmeyi sağlayan alet. |
kıvamlaştırma | * Kıvamlaştırmak işi. |
kıvamlaştırmak | * Bir maddeyi sıvıdan ayırarak kıvamlıduruma getirmek. |
kıvamlı | * Gereken kıvamı bulmuşolan. |
kıvamsız | * Kıvamlı olmayan. |
kıvanç | * Övünç, iftihar. * Sevinç. |
kıvanç duymak | * övünmek. * sevinmeki mutlu olmak. |
kıvançlanma | * Kıvançlanmak işi. |
Kategoriler