kaideci | * Kurallara bağlı, kuralcı. |
kaideli | * Kurallı. |
kaidesiz | * Kuralsız. * Tabanı olmayan. |
kail | * Söyleyen. * İnanmış, aklıyatmış. |
kail olmak | * inanmak; razı olmak. |
kaim | * (başka bir şeyin yerine) Geçen. * Ayakta duran, var olan. * (Tanrı için) Her zaman var olan. |
kaim olmak | * yerine geçmek. |
kaime | * Buyruk, resmî kâğıt, ferman. * Kâğıt para, kâğıt lira, kayme. |
kaimelik | * Kâğıt para cüzdanı. |
kâin | * Bulunan, olan. |
kâinat | * Evren. * Dünya. * Herkes. |
kak | * Elma, armut gibi meyvelerin kurutulmuşu. * Zayıf ve kuru. |
kak | * (kaya ve ağaç oyuklarında) Su birikintisi. |
kaka | * (çocuk dilinde) Kötü, çirkin. * Pislik, dışkı. |
kaka yapmak | * (bebek için) büyük abdest yapmak. |
kakaç | * Tuzlanıp kurutulmuşyiyecek. * Manda pastırması. |
kakalama | * Kakalamak işi. |
kakalamak | * Sürekli çekiştirmek, itmek, kakıp durmak. * (alışverişte) Aldatmak, kötü mal satmak, kazıklamak. |
kakalamak | * (bebek) Kakasınıyapmak. |
kakalanma | * Kakalanmak işi. |
kakalanmak | * Kakalamak işine konu olmak. |
kakalanmak | * Kaka ile kirlenmek. |
kakao | * İki çeneklilerden, Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç, Hint bademi (Theobroma cacao). * Bu ağacın meyve çekirdeği. * Bu çekirdeklerin öğütülmesiyle elde edilen toz. * Bu tozdan su veya sütle hazırlanan içecek. |
kakaolu | * İçinde kakao bulunan. |
kakaolu kek | * İçinde ağırlıklı olarak kakao bulunan kek. |
kakavan | * Kendini beğenmiş, sevimsiz, düşüncesiz, bilgisiz, budala. |
kakavanlık | * Kakavan olma durumu; kakavanca davranış. |
kakavanlık etmek | * kakavanca davranmak. |
kakıç | * Balık avında kullanılan, ucu demir kancalı bir çeşit zıpkın. |
kakılıp kalmak | * beklemek zorunda kalmak, hiçbir yere gidememek. |
kakılma | * Kakılmak işi. |
kakılmak | * Kakmak işi yapılmak. |
kakım | * Sansargillerden, yazın esmer kırmızı, kışın beyaz renkli kürkü değerli, etçil hayvan, as, ermin (Mustela erminea). |
kakıma | * Kakımak işi. |
kakımak | * Bir kimsenin yaptığı işin beğenilmediğini kendisine sert sözlerle söylemek; öfkelenmek, kızmak, darılmak, paylamak. |
kakınç | * Öfke, kızgınlık. * Bkz. başına kakınç etmek. |
kakıntı | * Sözü dinlenmeyen, rezil, itilip kakılan kimse. |
kakır kakır | * Kakırtısesi çıkararak. |
kakır kakır gülmek | * sesli ve sürekli gülmek. |
kakırca | * Fındıkfaresi adıyla bilinen küçük memeli hayvan. |
kakırdak | * Kuyruk yağının eritildikten sonra kalan gevrek posası, kıkırdak. |
kakırdak poğaçası | * Kakırdaktan yapılan çörek. |
kakırdama | * Kakırdamak işi. |
kakırdamak | * Kakır kakır diye ses çıkarmak. * Kurumak. * Ölmek. |
kakırtı | * Kuru şeylerin birbirine sürtünmesinden veya kırılmasından çıkan ses. |
kakış | * Kakmak işi veya biçimi. |
kakışma | * Kakışmak işi. * Bazısözlerde, söz öbeklerinde, çıkaklarıyakın seslerin art arda gelmesi sonucu söyleyişin güçlüğe uğraması, kulağırahatsız etmesi, tenafür, kakofoni. |
kakışmak | * Dürtüşmek, itişmek. |
kakıştırma | * Kakıştırmak işi. |
kakıştırmak | * Sürekli ve hafif hafif kakmak. |
Kategoriler