Kategoriler
K SÖZLÜK Türkçe Sözlük

Türkçe Sözlük K Sayfa 15

kaklık * (kaya ve ağaç oyuklarında) Su birikintisi.
kakma * Kakmak işi.
* Ağaç üzerinde veya diğer ahşap malzemede, mobilyada, belirlenmişdesen ve çizimlere göre oyulmuş
yuvalara gümüş, sedef gibi süs maddeleri kakılıp oturtularak yapılan.
kakma aşı * Tepesi düzgün şekilde kesilmişağacın bir kenarında açılan üçgen biçimindeki yarığa, ucu aynışekilde
yontulmuşkalemin yerleştirilip aşı bağı ile bağlanmasıve aşımacunu ile örtülmesi şeklinde uygulanan bir kalem aşısı.
kakmacı * Kakma işleri yapan usta.
kakmacılık * Kakmacı olma durumu.
* Kakmacının işi ve sanatı.
kakmak * İtmek, vurmak.
* Kakma yapmak.
* Vurarak dar bir yere sokmak.
kakmalı * Üzerinde kakma işi bulunan.
kaknem * Çirkin, huysuz.
* Kuru, sıska.
kakofoni * Kakışma, tenafür.
kaktüs * Kaktüsgillerden, yapraklarıyayvan ve dikenli, güzel, parlak renkte çiçekler açan bir bitki, atlas çiçeği
(Cactus).
kaktüsgiller * İki çelenklilerden, sıcak ve kurak ülkelerde yetişen, gövdesi, yapraklarıetli ve dikenli bir bitki familyası,
atlas çiçeğigiller.
kakule * Zencefilgillerden, sıcak iklimlerde yetişen ıtırlı bir bitki (Elettaria cardamomum).
* Bu bitkinin bahar olarak kullanılan tohumu.
kakuleli * İçine kakule katılmış.
kakum * Bkz. kakım.
kâkül * Alnın üzerine düşen kısa kesilmişsaç, perçem.
kâküllü * Kâkülü olan.
kal * Bir alaşımdaki madenlerin erime derecesi farkından yararlanarak bunları birbirinden ayırma işlemi.
kal * Söz, lâkırdı, lâf.
kala * (uzaklık veya herhangi bir saat başı için) Kalarak.
kala kala * Bütünü, olup olacağı, en sonunda.
kalaazar * Malta humması.
kalaba * Kalabalık.
kalabalık * Çok sayıda insan topluluğu.
* Gereksiz, karışık seyler topluluğu.
* Sayıca çok.
kalabalık ağızlı * Geveze, bilir bilmez konuşan.
kalabalık etmek * gereksiz olarak yer doldurmak.
kalabalıkça * Biraz kalabalık.
kalabalıklaşma * Kalabalıklaşmak işi.
kalabalıklaşmak * Kalabalık duruma gelmek.
kalafat * Geminin kaplama tahtalarıarasınıüstüpü ile doldurup ziftleyerek su geçirmez duruma getirme işi.
* Aşağısıdar, yukarısı geniş bir çeşit yeniçeri başlığı.
* Osmanlıİmparatorluğunda vezir veya yüksek mevkide devlet adamlarının giydikleri bir başlık.
* Onarma, tamir etme.
kalafat yeri * Gemi ve kayıkların onarıldığıyer.
kalafata çekmek * gemiyi onarmak için karaya çekmek.
* azarlamak, paylamak.
kalafatçı * Gemi ve kayıklarıkalafat eden kimse.
kalafatçılar * Tersane halkını oluşturan bölüklerden her biri.
kalafatçılık * Kalafat yapma işi.
kalafatlama * Kalafatlamak işi.
kalafatlamak * Geminin kaplamasınıkalafatla onarmak.
* Onarılmak, çeki düzen verilmek.
kalafatlanma * Kalafatlanmak işi.
kalafatlanmak * Kalafatlanmak işi yapılmak.
kalafatsız * Kalafatıçıkmış.
kalak * Burun, burun ucu.
* Gelin tacı.
* Tezek yığını.
kalakalma * Kalakalmak işi.
kalakalmak * Bir şey veya durum karşısında şaşırmak.
* Güç durumda kalmak.
kalamar * Mürekkep balığının bir türü (Loligo vulgaris).
kalamata * Bir tür etli ve büyük zeytin.
kalamin * Doğada az bulunan, güç işlenen, hidratlıçinko silikat.
* Havada, yüksek ısıda işlenen metal parçaların yüzeyinde oluşan oksit katmanı.
kalamit * Amfibol cinsinden bir mineral türü.
* İlk Çağağaç taşılı.
kalan * Kalmak işini yapan.
* Artan, mütebaki.
* Bir çıkarmanın sonucu.
* Bölme işleminde bölünenden artan sayı.
kalandır * Dokunmuşkumaşve bezleri buhar altında veya belli bir ısıda silindir arasından geçirerek ütüleme,
parlatma, istenilen boy ve ene göre çektirip germe.
kalandır makinesi * Kalandır işini yapan makine.
kalandırcı * Kalandır işini makine aracılığıyla yapan kimse.

Bir yanıt yazın