kroşe | * Boksta bir yumruk vuruşşekli. |
kruasan | * Ay çöreği. |
krupiye | * Bir kumarhanede veya oyun oynanan bir yerde oyunu yöneten kimse. |
krupiyelik | * Krupiye olma durumu veya krupiyenin işi. |
kruvaze | * (ceket, yelek için) ön parçaları birbiri üzerine gelecek biçimde yapılmışolan. |
kruvazör | * Deniz yollarını gözetme, deniz ve hava filolarına kılavuzluk etme amacıyla, topla silâhlandırılmışhızlısavaş gemisi. |
ksenofobi | * Yabancıdüşmanlığı. |
ksenon | * Atom numarası54, atom ağırlığı131, 30 olan, havada on milyonda bir oranında bulunan, renksiz, kokusuz asal gaz. KısaltmasıXe. |
ksilofon | * Değişik sayıda akortlu tahta veya metal çubukların gam sırasıyla dizilmesinden oluşan, iki değnekle vurularak çalınan bir çalgı. |
Ku | * Kurçatovyum’un kısaltması. |
-ku | * Bkz. -gı/ -gi. |
kuaför | * Kadın berberi. * Erkek berberi. * Güzellik salonu. |
kuartet | * Dörtlü. |
kubarma | * Kubarmak işi. |
kubarmak | * (hindi, güvercin) Tüyleri kabarmak. * Çalımlı bir tavır takınmak. |
kubaşma | * Kubaşmak işi. |
kubaşmak | * İmece ile işyapmak, yardımlaşmak. |
kubat | * Kaba, biçimsiz. * Davranışlarıkaba olan. |
kubatlık | * Kubat olma durumu. |
kubbe | * Yarım küre biçiminde olan ve yapıyıörten dam. * Kubbe biçiminde olan. |
Kubbealtı | * TopkapıSarayında, Osmanlıvezirlerinin, devlet işlerini görüşmek için toplandıklarıalan. |
kubbeli | * Kubbesi olan. * Kubbe biçiminde olan. |
kubbeli delik | * Trakeit gözelerinin uçlarında bulunan ve besin suyunun düşey yönde ilerlemesini sağlayan geçişyolu. |
kubbeli fırın | * Üzerinde kubbesi olan fırın. |
kubbesiz | * Kubbesi olmayan. |
kubur | * Ayak yolu deliğinden lâğıma inen boru. * Boru biçiminde kap. * Bir çeşit tabanca, dolma tabanca. |
kubur sıkmak | * silâh atmak, tabanca sıkmak. |
kuburluk | * Tabanca kılıfı. * Sadak. |
kucağına düşmek | * düşman, felâket, sefalet gibi kötü şeylerin veya durumların içine düşmek, onlarla karşılaşmak. |
kucağına oturmak | * dizlerinin üstüne oturmak. |
kucak | * Açık kollarla göğüs arasındaki bölüm. * Açık kollarla göğüs arasına sığabilen miktarda olan. * Herhangi bir durumun veya şeyin sınırlarının arası, iç. |
kucak açmak | * korumak; sığınacak yer vermek. |
kucak çocuğu | * Yürüyemeyen, kucakta gezdirilen çocuk. |
kucak dolusu | * Pek çok, pek bol. |
kucak kucağa | * Birbirine sarılmışveya birbirine yüz yüze sokulmuş bir durumda. * İç içe, yan yana, beraberce. |
kucak kucak | * bol bol. * kucaklanabilecek miktarda olan. |
kucaklama | * Kucaklamak işi. |
kucaklamak | * Kollarla sarıp göğüs uzerine bastırma. * Kucağına almak, kucağında taşımak. * İçine almak veya çepeçevre sarmak. |
kucaklanış | * Kucaklanmak işi veya biçimi. |
kucaklanma | * Kucaklanmak işi veya durumu. |
kucaklanmak | * Kucaklamak işi yapılmak. |
kucaklaşma | * Kucaklaşmak işi. |
kucaklaşmak | * Birbirini kucaklamak. |
kucaklayış | * Kucaklamak işi veya biçimi. |
kucakta | * henüz yürüyemeyen, küçük (çocuk). |
kucaktan kucağa | * Pek çok kişi ile ilişki kurarak. |
kucaktan kucağa dolaşmak (veya gezmek) | * (kadın) pek çok kişiyle yasal olmayan ilişkide bulunmak. |
kuçu kuçu | * Köpekleri çağırmak için kullanılır. |
kuçukuçu | * (çocuk dilinde) Köpek. |
kudas | * İsa Peygamber’in havarileriyle birlikte yediği son yemeği anmak için, Hristiyanların kilisede bir kap içinde ekmek ve şarabıkutsayarak yaptıklarıtören, liturya. |
Kategoriler