külâhıma anlat! | * söylediklerine hiç inanamıyorum, beni kandıramazsın. |
külâhımsı | * Külâha benzer, külâhıandıran. |
külâhınıhavaya atmak | * pek çok sevinmek. |
külâhınıters giydirmek | * çok kurnaz olmak. |
külâhlarıdeğiştirmek (veya değişmek) | * “bozuşmak” anlamıyla ve tehdit olarak kullanılır. |
külâhlı | * Külâhı olan. * Koni biçiminde tavanı olan. |
külâhsız | * Külâhı olmayan. |
külbastı | * Izgarada pişirilen kemiksiz et. |
külbastılık | * Külbastıyapmaya elverişli olan (et). |
külçe | * Eritilerek kalı ba dökülmüşmaden veya alaşım. * Yığın durumundaki nesnelerin oluşturduğu küme. * Külçe durumunda olan. |
külçe gibi oturmak | * yorgun veya bitkin bir durumda çöküvermek. |
külçeleşme | * Külçeleşmek işi. |
külçeleşmek | * Külçe durumuna gelmek. * Çok yorulmak. |
küldöken | * Kadın, eş. |
küldür | * Bkz. paldır küldür. |
külek | * Bal, yağ, yoğurt gibi şeyler koymaya yarar tahta kova. |
külfet | * Sıkıntılızorluk, yorgunluk. * Büyük masraf. |
külfete katlanmak | * sıkıntıya, zorluğa önem vermemek. |
külfetli | * Sıkıcı, zor, yorucu, özen isteyen. * Büyük masraf gerektiren. |
külfetsiz | * Sıkıntısız, kolay, özen istemeyen. * Az masrafla yapılan. |
külfetsizce | * Külfet altına girmeden, külfete katlanmadan. |
külhan | * Hamamlarıısıtan, hamamın altında bulunan kapalıve genişocak, cehennemlik. |
külhan makinesi | * Enerji üreten makinelerde yanmayısağlayan ana bölüm, yanma hücresi. |
külhanbeyce | * Külhanbeye benzer biçimde, külhanbey gibi. |
külhanbeyi | * Kendilerine özgü giyinişve konuşma biçimleri olan, argo kullanan, başı boş, haylaz delikanlı, kabadayı, serseri, hayta, külhanî, apaş. |
külhanbeyi ağzı | * Külhanbeye yakışır biçimde konuşma. |
külhanbeylik | * Külhanbeyi olma durumu, kabadayılık. * Külhanbeyine yakışır davranış. |
külhancı | * Hamam ocağınıyakan kimse. |
külhanî | * Külhanbeyi, kabadayı, serseri, hayta, apaş. * Hafif sövgü anlamıtaşıyan bir okşama sözü. |
külkedisi | * Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse). * Uyuşuk, miskin (kimse). * Pasaklı, görgüsüz (kadın). |
külleme | * Küllemek işi. * Bir mantarın yaptığı bağhastalığı. |
küllemek | * Genellikle ateşin üzerini külle örtmek. |
külleniş | * Küllenmek işi veya biçimi. |
küllenme | * Küllenmek işi. |
küllenmek | * Genellikle ateşin üzerinde kül oluşmak. * Bir acı, bir sıkıntıunutulur gibi olmak. |
küllî | * Bütüne ve genele ilişkin. * Tümel. |
külliyat | * Bir yazarın bütün eserlerini içeren dizi. |
külliye | * Bir caminin çevresinde cami ile birlikte kurulmuşmedrese, imaret, sebil, kitaplık, hastahane gibi çeşitli yapıların bütünü. |
külliyen | * Bütünüyle, tamamıyla, tamamen. |
külliyet | * Bütünlük, tümlük. * Çokluk, bolluk. |
külliyetli | * Pek çok, bir hayli. |
küllü | * İçinde veya üzerinde kül bulunan. |
küllü su | * İçinde kül eritilip süzülerek elde edilen su. |
küllük | * Kül ve süprüntü atılan yer, çöplük. * Sigara tablası. * Kazan ve sobada küllerin döküldüğü yer. |
küllük ağzı | * Külhanbeylerinin kullandığıdil, argo. |
külot | * Kısa, beli lâstikli iç çamaşırı, don. * Daha çok binicilerin giydikleri, paçasıdar, üst bölümü genişpantolon. |
külot pantolon | * Bkz. külot. |
külotlu çorap | * Kalçalarıda içine alabilecek biçimde üretilmişçorap. |
kült | * Tapma, tapınma. * Din. * Dinî tören, ibadet, âyin. |
külte | * Külçe. * Kayaç. * Demet, bağlam. |
Kategoriler