kabak tadı | * Beğenilmeyen, bıkkınlık veren durum. |
kabak tadıvermek | * bıktırmak, usanç vermek, tatsız gelmeye başlamak. |
kabak tadıvermek | * bıkkınlık veya sıkıntı oluşturmak. |
kabak tatlısı | * Soyulmuş, çekirdekleri çıkarılmışve parmak kalınlığında bal kabağının ağır ateşte uzun süre pişirilmesi ve üzerine ceviz serpilmesiyle hazırlanan bir tatlıtürü. |
kabakçı | * Kabak yetiştiren veya satan kimse. |
kabakgiller | * İki çeneklilerden, kabak, kavun, karpuz, hıyar gibi cinsleri içine alan, genişyapraklı, sürüngen ve sarılgan bir bitki familyası. |
kabaklama | * Kabaklamak işi. |
kabaklamak | * Ağaçların gençleşmesi için dallarını budamak. |
kabaklaşma | * Kabaklaşmak işi. |
kabaklaşmak | * Saçlarıdökülmek, dazlaklaşmak. * (taşıt lâstikleri için) Tırtıllarıaşınıp yüzeyi düz bir duruma gelmek. |
kabaklık | * (karpuz, kavun için) Hamlık. * (başiçin) Tüysüzlük, dazlaklık. * Bilgisizlik, görgüsüzlük. |
kabakulak | * Tükürük bezlerinin, özellikle kulak altı bezlerinin iltihaplanmasıyla beliren bulaşıcı, salgın ve ateşli bir hastalık. |
kabakulak olmak | * bu hastalığa yakalanmak. |
kabakulak otu | * Loğusa otu, zeravent. |
kabala | * Yahudilerde, yazılı olarak konulmuşolan Tanrıkanunlarının yanında, ağızdan ağza geçen din buyruklarının, İbranî felsefesinin ve efsane yazılarının bütünü. * Bir öğretinin yandaşlarının bütünü. * Doğaüstü varlıklarla ilişki kurma sanatı. |
kabala | * Götürü, toptan. |
kabalacı | * Kabala konusunda uzmanlaşmışkimse, kabala ile uğraşan kişi. |
kabalacı | * Kabala (II) işyapan kimse. |
kabalak | * Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ordusunda kullanılmışolan, şapkaya benzeyen bir tür başlık. |
kabalak | * Kabak yaprakları biçiminde etli ve tüylü yaprakları olan, kırlarda ve su kenarlarında yetişen bir bitki. |
kabalaşma | * Kabalaşmak işi. |
kabalaşmak | * Kaba bir duruma gelmek. * Kabalık etmek. |
kabalaştırma | * Kabalaştırmak işi. |
kabalaştırmak | * Kaba bir duruma getirmek, kabalaşmasına sebep olmak. |
kabalık | * Kaba olma durumu. * Kaba davranış, nezaketsizlik, huşunet. |
kabalist | * Kabalacı(I). |
kabalizm | * Kabala (I) yanlısısanat akımı. |
kaballama | * Kaballamak işi. |
kaballamak | * Maden ocaklarında galerileri ağaçlarla pekiştirmek. |
kaban | * Dik yokuş. * Tepe. |
kaban | * Kalçaya kadar uzunluğu olan, paltoya benzeyen üst giysisi. |
kabana | * Genellikle otelin ana binasının dışında, plâj veya havuz kıyısında bir oda. |
kabara | * Dayanıklılık sağlamak amacıyla, ayakkabıların altına çakılan, iri başlıdemir çivi. * Süs olarak odaların ahşap bölümlerine, türlü biçimler yapmak için çakılan iri başlı, sarıçivi. |
kabara kabara | * Gittikçe kabararak, coşarak. * Böbürlenerek, gururlanarak. |
kabaralı | * Kabara çakılmışolan. |
kabarcık | * İçi su veya hava dolu ufak kabartıveya kürecik. * Vücutta oluşan sivilce gibi küçük şişkinlik. * (metal biliminde) Sıvıveya katıların içinde oluşan gaz hacmi. * Kabartı. |
kabarcıklı | * Kabarcıklı olan. |
kabarcıklıdüzeç | * İçinde hava kabarcığı bırakılmışsu dolu bir cam silindir ve bir tahta yataktan oluşan, düzlem veya doğruların yataylığını belirleyen alet, tesviye ruhu. |
kabare | * Çeşitli gösterilerin yapıldığıeğlence yeri. * Meyhane. |
kabare tiyatrosu | * Daha çok güncel konuları iğneleyici, yerici, taşlayıcı biçimde ele alan skeçlerin oynandığı, monologların, şarkıların ve şiirlerin söylendiği küçük tiyatro. |
kabareci | * Kabare oyuncusu. |
kabarecilik | * Kabare işletmek veya kabarede oynamak işi. |
kabarık | * Kabarmışolan. * Çıkıntısı olan, tümsekli. |
kabarık deniz | * Gelgit olayında, sular yükseldiğinde denizin durumu. |
kabarıklık | * Kabarık olma durumu, şişkinlik. |
kabarış | * Kabarmak işi veya biçimi. |
kabarma | * Kabarmak işi. * Duygulanma. * Kendini üstün görme, büyüklük taslama. * Ay ve Güneş’in çekim etkisiyle, büyük denizlerde suların yükselmesi, met. |
kabarmak | * Ağırlığı artmadan hacmi büyümek. * (sıvılar için) Yağışlardan veya kaynamaktan taşmaya yüz tutmak. * Niceliği artmak, büyümek. * Şişmek, genişlemek. * (hayvanlar için) Tüyleri dikilmek. * (kumaşiçin) Üzerinde tüyler oluşmak, havlanmak. * Islanıp veya ısınıp yerinden kurtulmak. * (deniz) Dalgalanmak, büyük dalgalar oluşmak. * Bulanmak. * (öfke, sevgi gibi bazıduygular için) Gittikçe güçlenmek. * Kafa tutmak, öfkelenip üstüne yürüyecek gibi davranmak. * Böbürlenmek, gururlanmak. |
kabartı | * Tümsek, çıkıntı, kabarmışyer. |
kabartıcı | * Kabartma maddesi, kabartma tozu. |
Kategoriler