kalplaşmak | * (bir kimse) Çeviklik, doğruluk veya çalışkanlığınıyitirmek. |
kalplık | * Düzmelik, sahtelik. * İşyapma isteksizliği. |
kalpli | * Kalp hastalığı olan. |
kalpsiz | * Acıması olmayan, katıyürekli, duygusuz, acımasız, merhametsiz. |
kalpsizlik | * Katıyüreklilik, acımasızlık, duygusuzluk, merhametsizlik. |
kalsa (veya kalırsa) | * herhangi birinin kanısınca. * elinden gelse, elinde olsa. |
kalseduan | * Yapısında billûrlaşmışkuvars ve biçimsiz silis bulunan, mavimtırak beyaz renkte bir cins akik, Kadıköy taşı. |
kalsemi | * Kanda bulunması gerekli kalsiyum miktarı. |
kalsifikasyon | * Kireç taşıhâline dönüşme. |
kalsit | * Billûrlaşmışdoğal kalsiyum karbonatı. |
kalsiyum | * Atom numarası20, atom ağırlığı40,80, yoğunluğu 1,55 olan, 845°C’de eriyen, kireç ve alçının birleşimine giren, sarımtırak beyaz bir element. KısaltmasıCa. |
kalsiyum fosfat | * Üç kalsiyum atomu içeren ve formülü Ca3(PO4)2. olan fosfat. |
kalsiyum karbonat | * En az % 38 kalsiyum içeren bir ürün. |
kalsiyum klorür | * Hidroklorik asidin kimyasal formülü CaCl2 olan kalsiyum tuzu ve bunun hidrotlaştırılmış biçimi. |
kalsiyum oksit | * Kalsiyumun kimyasal formülü CaO olan kireç taşının kalsinasyon ürünü. |
kalsiyumlu | * Birleşiminde kalsiyum bulunan. |
kalsiyumsuz | * Birleşiminde kalsiyum bulunmayan. |
kaltaban | * Namussuz. * Şarlatan, yalancı, hileci. |
kaltabanlık | * Kaltaban olma durumu. * Kaltabanca davranış. |
kaltak | * Üzeri meşin, halı gibi şeylerle kaplanmamışolan eyerin tahta bölümü. * Kuskunsuz eyer. * İffetsiz, namussuz kadın. |
kaltakçı | * Kaltaklık yapan kimse. |
kaltaklık | * Toplumca hoşkarşılanmayan davranışlarda bulunan kadının durumu. * Böyle bir kadına yakışır davranış. |
kalubelâ | * Arapça “evet dediler” anlamında. |
kalubelâdan beri | * dünya kurulalı beri, çok eskiden beri. |
Kalvenci | * Kalvenizmi benimseyen. |
Kalvencilik | * Tanrı ile kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini, Hristiyanlığın eski sadeliğine dönmesini savunan I. Calvin tarafından ileri sürülen Protestanlığın özel bir kolu. |
Kalvenizm | * Kalvencilik. |
kalya | * Sadeyağile pişirilen bir çeşit kabak veya patlıcan yemeği. |
kalyon | * Yelkenle ve kürekle yol alan savaşgemilerinin en büyüğü. |
kalyoncu | * Kalyon eri. * Deniz eri. |
kam | * Bkz. şaman. |
kâm | * Dilek. * Zevk, mutluluk, tat. |
kâm almak | * umduğunu ve istediğini elde etmek, dilediği biçimde zevk almak, keyfini çıkarmak. |
kama | * Silâh olarak kullanılan, ucu sivri, iki ağzıda keskin uzun bıçak. * Açılmışolan boşluklarda tavan ve yanlardan taşveya cevher parçalarının düşmesini önlemek amacıyla tahkimat elemanlarıüstüne veya arkasına yerleştirilen bir tahkimat parçası. * Kütüğü yarmak için kullanılan ucu sivri, yassı, enli çivi, takoz, kıskı. * Topun gerisini kapayan kapak. * Oyunda kazanılan her parti. * Oyunda sayı. |
kama basmak | * oyunda yenmek. |
kamacı | * Kama yapan veya satan (kimse). * Top kamasıyapan veya onaran kimse. |
kamacılık | * Kamacının işi veya mesleği. |
kamalama | * Kamalamak işi. |
kamalamak | * Kama ile yaralamak. |
kamalı | * Kaması olan. |
kamamsı | * Kamaya benzeyen, kama biçiminde olan. |
kamanço | * Yükleme, aktarma, elden ele geçirme. |
kamanço etmek (veya edilmek) | * yüklemek, aktarmak, elden ele geçirmek. |
kamara | * Gemilerde oda. * İngiltere yasama meclisi. |
kamaramsı | * Kamaraya benzeyen, kamara gibi, kamarayıandıran yer. |
kamarillâ | * Bir büyük güç sahibini perde arkasından yöneten kimse. |
kamarot | * Gemilerde yolcuların hizmetine bakan görevli. |
kamarotluk | * Kamarotun görevi. |
kamasız | * Kaması olmayan. |
kamaşma | * Kamaşmak işi. |
Kategoriler