kanadiyen | * Kanadalıtuzak avcılarının ceketlerine benzeyen içi kürklü veya pamuklu, şal yakalı, kemerli kruvaze ceket. * Yaz aylarında giyilen bol ve genişdikimli astarsız hafif ceket. |
kanal | * Bazı bölgeleri sulamak, kurutmak amacıyla veya gemilerin işlemesine elverişli, insan eliyle açılmışsu yolu. * İki kıyıarasındaki dar ve derin deniz. * İçinden damar, sinir veya bir sıvı geçen yol. * Telefon, telgraf, televizyon gibi araçlarla iletişimi sağlayan yol, hat. * Tahtanın liflerine dik yönde açılan kırlangıç kuyruğu biçimli girinti. |
kanalcık | * Küçük kanal. * Bir organizmadaki küçük kanal. |
kanalcıklı | * Kanalcığı olan. |
kanalet | * Küçük kanal. |
kanalıyla | * Bir kimse veya bir şey aracılığıyla, yoluyla, eliyle. |
kanalizasyon | * Pis ve atık suların özel kanallar aracılığıyla belli merkezlerde toplanıp atılmasınısağlayan sistem, şebeke. |
kanama | * Kanamak işi, nezif. |
kanamak | * Vücudun herhangi bir yerinden kan akmak, kan gelmek, kan kaybetmek. * (manevî acılar için) Yeniden etkisini duyurmak, depreşmek. |
kanamalı | * Kanaması olan. |
kanara | * Bkz. kesim evi, mezbaha. |
kanarya | * İspinozgillerden, yeşilimsi veya sarıtüylü, koni biçiminde küçük gagalı, ötücü kuş(Serinus canaria). |
kanarya çiçeği | * Çan çiçeğigillerden, sarırenkli bir çiçek (Tropaeolum peregrinum). |
kanarya otu | * Çuha çiçeğigillerden, tohumlarıkafes kuşlarına yem olarak verilen bir bitki (Alsine media). |
kanaryalık | * Kanarya yetiştirilen yer. |
kanasta | * Bir tür kâğıt oyunu. |
kanat | * Kuşlarda ve böceklerde uçmayısağlayan organ. * (balıklarda) Yüzgeç. * Bir uçağın havada durmasınısağlayan taşıyıcıaerodinamik güçlerin etkilediği yatay yüzey. * Kapı, pencere, dolap gibi dikine açılıp kapanan şeylerin kapağı. * Yan, taraf. * Meclis, parti gibi topluluklarda düşünce yönünden özellik gösteren taraflardan her biri. * Fırıldak biçiminde olan şeylerde kol. * Bkz. Angıç. * Savaşdüzenindeki ordunun iki yanından her biri, cenah. * Futbol, hentbol vb.takım oyunlarında hücum hattının sağve sol uçlarında yer alan oyuncular. |
kanat açmak | * birini korumak, himaye etmek. |
kanat alıştırmak | * bir işe alışmaya çalışmak. |
kanata | * Ağzı geniştek kulplu su kabı. |
kanatçık | * Küçük kanat. * Baklagillerin çiçek tacında bulunan, yan iki taç yapraktan her biri. * Kuşların eğreti kanadı; başparmak ve birinci parmak kemiklerine bağlıteleklerinin bütünü. |
kanatış | * Kanatmak işi veya biçimi. |
kanatlandırma | * Kanatlandırmak işi. |
kanatlandırmak | * Çok sevinmesine sebep olmak. |
kanatlanış | * Kanatlanmak işi veya biçimi. |
kanatlanma | * Kanatlanmak işi. |
kanatlanmak | * Uçmaya başlamak. * Uçmak, kanat açmak. * Çok sevinmek. |
kanatlı | * Kanadı olan. |
kanatlılar | * Böceklerin kanatlı olanlarını içine alan alt sınıf. |
kanatma | * Kanatmak işi. |
kanatmak | * Kanamasına yol açmak veya kanamasını sağlamak. |
kanatsız | * Kanadı olmayan. |
kanatsızlar | * Böcekler sınıfının kanatsız olan en ilkel biçimlerini kapsayan alt sınıfı. |
kanava | * 343 kanaviçe. |
kanaviçe | * El işleri için kullanılan seyrek dokunmuşketen bezi. * Bu bezin üzerine yapılmışolan işleme. * Çuval olarak kullanılan kendirden veya kenevirden yapılmışseyrek bez. |
kanayan yara olmak | * sürekli sıkıntı, üzüntü ve zarar veren bir durumda olmak. |
kanayış | * Kanamak işi veya biçimi. |
kanbiyit | * Hidratlıdoğal demir silikat. |
kanca | * Bir şey çekmeye yarar ucu demir çengelli çubuk. |
kancabaş | * Altıveya sekiz çift kürekle çekilen, dar, uzun bir çeşit kayık. |
kancacı | * Metal zincir imalâtında palet zincirlerine monte edilebilmesi için palet zincirlerinin uçtaki baklalarına özel kanca takan kimse. |
kancalama | * Kancalamak işi. |
kancalamak | * Kancayı bir şeye takmak. * Kancayıatıp çekmek. * Bir kimse veya şeyin üzerine bıktıracak kadar düşmek. |
kancalanma | * Kancalanmak durumu. |
kancalanmak | * Kanca ile tutulmak, kancaya takılmak. |
kancalı | * Kancası olan. |
kancalı iğne | * Çengelli iğne. |
kancalıkurt | * İpsiler familyasından, 10 mm boyunda, ağzıçift çengelli, ince bağırsaklarda yaşayan asalak solucan. |
kancasız | * Kancası olmayan. |
kancayıtakmak (veya atmak) | * bir kimsenin kötülüğü için uğraşmak. |
Kategoriler