kargışlamak | * Kargımak. |
kargışlı | * Tanrı’nın ve insanların nefretine, lânetine uğramış, mel’un, lânetli. |
kârgir | * Bkz. kâgir. |
kargo | * Yük taşıyan gemi. * Uçak, gemi vb.bir taşıtla taşınan eşya, yük. |
kargocu | * Kargo işiyle uğraşan kimse. |
kargoculuk | * Kargocunun yaptığı iş. |
karha | * Bkz. ülser. |
karı | * (genellikle iyelik ekleriyle) Bir erkeğin evlenmişolduğu kadın, eş, refika, zevce. * Kadın. * Yaşlı, ihtiyar. |
karıağızlı | * Dedikodu yapan (erkek). |
karı gibi | * korkak, dönek (erkek). |
karıkoca | * Birbirleriyle evlenmişkadın ve erkek. |
karıkocalık | * Karıkoca olma durumu. |
kârı olmamak | * yapabileceği işolmamak. |
karık | * Kar yağmış bir alana bakma sonucu ortaya çıkan göz kamaşması. * Karlı bir alana bakma sonucu kamaşmış(göz). |
karık | * Bağve bahçe sulamak için açılmışsu yolu, ark. * Bu arklar arasında kalan toprak parçası. * Sabanla açılan çizi. |
karıklama | * Meralarda yüzey akışınıönlemek ve toprak nemini uzun süre koruyarak vejetasyonu geliştirmek için, 1-1,5 m aralıklarla 10-15 cm kesitinde tesviye eğrilerine paralel küçük hendeklerin açılması. |
karıklamak | * Karık (I) açmak. |
karıkma | * Karıkmak işi. |
karıkmak | * (göz) Fazla ışıktan kamaşmak. * (göz) Kar yağmış bir alana bakmaktan kamaşmak. |
karılaşma | * Karılaşmak işi. |
karılaşmak | * (erkek için) Huylarıkadın huylarına benzemek, kadın gibi davranmak. |
karılı | * (herhangi bir nitelik veya nicelikte) Karısı olan. |
karılıkocalı | * Karıkoca birlikte. |
karılık | * Kadın olma durumu. * Evli kadının kocasına göre olan durumu veya görevi. |
karılık etmek | * (evli bir kadın) kocasına olan görevini yerine getirmek. * (erkek için) döneklik etmek, hile yapmak. |
karılma | * Karılmak işi. |
karılmak | * Karmak işi yapılmak, karışmak. * (hayvan) Çiftleşmek. |
karım köylü | * Karısıköylü. * Kılı bık. |
karıma | * Karımak işi. |
karımak | * Yaşlanmak, kocamak, ihtiyarlamak. |
karın | * İnsan ve hayvanlarda gövdenin kaburga kenarlarından kasıklara kadar olan ön bölgesi. * Döl yatağı, rahim. * (bazışeylerde) Şişve içi boş bölüm. * Mide. * İç, gönül, akıl, kafa. * gelen ve yansımışdalgaların girişimiyle oluşan duraklıdalgalarda en büyük genlikte titreşen noktalar. |
karın ağrısı | * Karında duyulan ağrı. * Çekilmez, sevilmeyen kimse veya adı, niteliği bilinmeyen şey. |
karın boşluğu | * Kaburga kemikleriyle kalça kemiklerinin arasında vücudun her iki yanında bulunan bölge. |
karın çatlağı | * Karın fıtığı. |
karın doyurmak | * geçinmek. |
karın zarı | * Karın boşluğunun içini, bu boşluğun içinde bulunan bağırsakları, öbür organlarıkaplayan ve tutan zar, periton. |
karın zarı iltihabı | * Bkz. karın zarıyangısı. |
karın zarıyangısı | * Karın zarının had veya kronik iltihabı, peritonit, karın zarı iltihabı. |
karınca | * Zar kanatlılardan, birçok türü bulunan böceklerin genel adı(Formica). * Madenlerde, döküm sırasında arada hava kalmaktan veya pastan ileri gelen ufak boşluk. |
karınca asidi | * 343 formik asit. |
karınca belli | * Beli çok ince olan. |
karınca duası | * Bereket getirdiğine inanılan dua. |
karınca duası gibi | * çok küçük, sık ve okunaksız (yazı). |
karınca kaderince | * Bkz. karınca kararınca. |
karınca kararınca | * Az da olsa, elinden geldiği kadar. |
karınca kuşu | * Karıncayiyen. |
karınca kuşugiller | * Karıncayiyengiller. |
karınca yuvası | * Karıncaların barındığıyer. |
karınca yuvası gibi kaynamak | * çok kalabalık ve hareketli olmak. |
karıncaezmez | * Çok merhametli, ince duygulu (kimse), karıncaincitmez. |
Kategoriler