karıncaincitmez | * Bkz. karınca ezmez. |
karıncalanış | * Karıncalanmak işi veya biçimi. |
karıncalanma | * Karıncalanmak işi. |
karıncalanmak | * Bir yere, bir şey üzerine karınca üşüşmek. * Vücudun bir yerindeki uyuşukluktan sonra, kan dolaşımının başlamasıyla o yerde karıncalar dolaşır gibi bir izlenim uyanmak. * (metal yüzeylerde) Pas yüzünden yer yer ufak delikler oluşmak. * Aşırızihin yorgunluğundan dolayı bir şeyi, bir durumu kavramada zorluk çekmek. |
karıncalar | * Zar kanatlıların, karınca adıaltında toplanan ve beş bin kadar türü sayılan bir dalı. |
karıncalı | * İçinde, üstünde karınca bulunan. * (metal için) Paslıveya dökülme sonucu küçük delikleri olan. |
karıncasever | * Karınca yiyerek geçinen ve karınca yuvasıçevresinde yaşayan böcek. |
karıncayı bile ezmemek (veya incitmemek) | * çok merhametli, ince duygulu olmak. |
karıncayiyen | * Karıncayiyengillerden, Avustralya’da yaşayan, karıncayla beslenen bir memeli türü (Echidna acule ata). |
karıncayiyengiller | * Örnek hayvanıkarıncayiyen olan, vücutlarıkirpi dikenli, ağızları boru biçiminde uzamış, karıncayla beslenen bir familya. |
karıncık | * Vücudun çeşitli organları içinde bulunan boşluk. * Kalbin alt bölümünde bulunan ve biri (sağdaki) akciğerlere, öbürü (soldaki) vücuda pompalanacak kanı almaya yarayan iki boşluğa verilen ad. |
karından ayaklılar | * Karından bacaklılar. |
karından bacaklılar | * Yumuşakçalardan, karınlarındaki etli, yassıpul biçimindeki uzantıları bacak gibi kullanarak ve sürünerek yürüyen salyangoz, sümüklü böcek vb. yi içine alan kabuklu hayvanlar sınıfı. |
karındaş | * Kardeş. |
kârınıtamam etmek | * öldürmek. |
karının saçlısı, tarlanın taşlısı | * kadının saçlısı ile tarlanın taşlı olanımakbuldür. |
karınlama | * Karınlamak işi. |
karınlamak | * (gemi için) Yanınıdayamak. |
karınlı | * Karnı büyük ve çıkıntılı olan. |
karınma | * Karınmak işi. |
karınmak | * Sallanarak, karışmak. * Çiftleşmek. |
karınsa | * Kuşların tüy değiştirme zamanı. |
karıntası | * Pastırmacılıkta hayvanın göbek etlerine verilen ad. |
karıntı | * Anaforlarda oluşan çevrinti. * Geminin yanından vurarak gemiyi sarsan dalga. |
karısıağızlı | * Karısının düşüncelerini benimseyip davranışlarını ona uyduran (koca). |
karısıköylü | * Karısının yakınlarını benimseyip kendi yakınlarınıunutan erkek. * Kılı bık. |
karış | * Parmaklar birbirinden uzak duracak biçimde gergin duran elde, başparmak ve serçe parmakların uçları arasındaki açıklık. |
karışkarış | * Her yanınıve inceden inceye. |
karışanı görüşeni olmamak | * işine kimse karışmamak, özgür olmak. |
karışık | * Aynınitelikteki şeylerden oluşmuş. * Karışmışolan, düzensiz, dağınık, intizamsız. * Saf olmayan. * Halk inancına göre cin ve perilerle ilişkisi olan. * Çalkantı, kargaşa, gerginlik içinde olan. * Anlaşılması güç olan, açık seçik olmayan. |
karışıklık | * Karışık olma durumu, teşevvüş. * Kalabalık, düzensizlik vb. nin yol açtığıkargaşa. |
karışılma | * Karışılmak işi. |
karışılmak | * Karışmak işi yapılmak, müdahale edilmek. |
karışım | * Karışmışolanın durumu. * Birden çok şeyin karıştırılmasıyla elde edilen şey. * İki veya daha çok maddenin kimyasal tepkimeye girmeden bir araya gelmesi, mahlût. |
karışlama | * Karışlamak işi. |
karışlamak | * Karışla ölçmek. |
karışma | * Karışmak işi. * Engelleme, araya girme, müdahale. * Düzeni bozulma. |
karışmak | * İki veya ikiden çok şey bir araya gelip birbirinin içinde dağılmak, birbirinin içine girmek. * Düzensiz, dağınık olmak. * Bulanmak, duruluğunu yitirmek. * Açıklığınıyitirmek, anlaşılması güçleşmek. * Engellemek, araya girmek; müdahale etmek. * Bir araya gelmek, katılmak. * İlgilenmek, müdahale etmek, el atmak. * Yetkisinde bulunmak, bakmak, işedinmek, işi olmak. |
karıştırıcı | * İki veya daha çok maddeyi birbiri içinde dağıtmaya, karıştırmaya yarayan araçların genel adı, mikser. * Çeşitli besin maddelerini karıştırma veya çarpma işinde kullanılan araç veya âlet, mikser. * Ortalığı birbirine katan, fitneci, müfsit. |
karıştırıcılık | * Karıştırıcı olma durumu, fitnecilik. |
karıştırılma | * Karıştırılmak işi. |
karıştırılmak | * Karıştırmak işi yapılmak. |
karıştırış | * Karıştırmak işi veya biçimi. |
karıştırma | * Karıştırmak işi. |
karıştırmak | * Karışmak işini yaptırmak. * İçinde ne olduğunu anlamak veya aradığını bulmak amacıyla elle yoklamak. * Yemeği dibinin tutmaması için kaşıkla alt üst etmek. * Kurcalamak, oynamak. * Okumak, araştırmak, incelemek. * Göz atmak, üstünkörü okumak. * Ayırt edememek, tam olarak seçememek. |
kari | * Okuyucu, okur. |
karides | * Denizlerde veya tatlısularda yaşayan yüzücü, orta büyüklükte kabuklu türün adı. |
karides ağı | * Karides avlamakta kullanılan bir tür ağ. |
karidesçi | * Karides satan veya yakalayan (kimse). |
kariha | * Düşünme gücü. |
Kategoriler