kavilleşme | * Kavilleşme işi. |
kavilleşmek | * Sözleşmek, söz birliği etmek, anlaşmak. |
kavilya | * Yelkenin kasa ve halat dikişlerinde, kollar arasınıaçmak için kullanılan, sivri ağaç veya demirden yapılmış sert parça. |
kavim | * Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu, budun. |
kavim kardaş | * Bütün akrabalar, tanıdıklar. |
kavis | * Eğmeç, yay. |
kavis çizmek | * yay biçiminde yol izlemek. |
kavisli | * Kavisi olan. |
kavkı | * Bkz. kabuk. |
kavkılı | * Kavkısı olan (hayvan). |
kavlağan | * Çınar ağacı. |
kavlak | * Kabuğu dökülmüş. * Güneşten derisi soyulan (kimse). * Yer altı boşluklarının tavan ve yan duvarlarında bulunan gevşemişveya düşebilir kaya parçası. |
kavlama | * Kavlamak işi. |
kavlamak | * Kabarıp dökülmek, soyulmak. |
kavlanma | * Kavlanmak işi. |
kavlanmak | * Kavlamak işine uğramak. |
kavlaşma | * Kavlaşmak işi. |
kavlaşmak | * Kav durumuna gelmek. |
kavlatma | * Kavlatmak işi. |
kavlatmak | * Kavlamasına yol açmak. |
kavletme | * Kavletmek işi. |
kavletmek | * Sözleşmek, anlaşmak, söz kesmek. |
kavlıç | * Fıtık. * Fıtıklı. |
kavlık | * İçine genellikle kav konulan torba veya kap. |
kavlince | * Kavline göre, sözüne bakarak. |
kavlükarar | * Söz, sözleşme. |
kavlükarar etmek | * karar vermek, plânlamak. |
kavmî | * Kavimle ilgili, etnik. |
kavmiyat | * Etnografya. |
kavmiyet | * Bir kavmin kendine özgü özellikleri. * Bir kimsenin bağlı olduğu kavme göre durumu. * Kavme bağlılık. |
kavmiyetçi | * Kavmiyetten yana olan kimse. |
kavmiyetçilik | * Kavmiyetçinin işi. |
kavraç | * Ağır taşlarıtutup kaldırmaya yarayan, iki tutaklıdemir araç. |
kavrak | * Ateşyakmak için kullanılan kuru yaprak vb. |
kavram | * Bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, nosyon. * Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım, mefhum, nosyon. * Karın zarı, periton. * Tutam, avuç dolusu. |
kavram karmaşası | * Anlaşılmazlık, anlam yetersizliğine düşmek. |
kavrama | * Kavramak işi, anlama, algılama. * Ağaç kuşak. * Küçük orak. * Otomobilde motor ile vites kutusunu birbirine bağlayıp ayıran, motordan gelen hareketi sarsıntısız olarak öteki aktarma öğelerine ileten düzen, debriyaj. * Bu düzeni işletmeye yarayan ayaklık. |
kavrama noktası | * Arabanın harekete geçtiği an ve durum. |
kavramak | * Elle sıkıca tutmak. * Her yönünü anlamak, iyice anlamak, tam anlamak. |
kavramcılık | * Kavramın, onu bildiren sözden farklı bir varlık olduğunu ve gerçeğin zihinde bulunmadığını ileri süren öğreti, konseptüalizm. |
kavramlaşma | * Kavram durumuna gelme. |
kavramlaşmak | * Kavram durumuna gelmek. |
kavramsal | * Kavramla ilgili, kavram niteliğinde olan. |
kavranılma | * Kavranılmak işi. |
kavranılmak | * Kavranmak. |
kavranılmaz | * Zihinde oluşturulamayan veya oluşturulabildiği hâlde gerçekten böyle bir şeyin var olmasıakla sığmayan. |
kavranma | * Kavranmak işi. |
kavranmak | * Kavranmak işi yapılmak. |
kavratma | * Kavratmak işi. |
kavratmak | * Kavramasını sağlamak. |
Kategoriler