kaynatılma | * Kaynatılmak işi. |
kaynatılmak | * Kaynatmak işi yapılmak. |
kaynatma | * Kaynatmak işi. |
kaynatmak | * Kaynamasını sağlamak. * Kaynak yapmak. * Konuşmak, sohbet etmek. * Belli etmeden almak; unutturmak. |
kaynayan kazan kapak tutmaz | * için için gelişen olaylar veya duygular bir yerde patlak verir. |
kaynayış | * Kaynamak işi veya biçimi. |
kaypak | * Kayagan, kaygan. * Sözünde durmaz, dönek. |
kaypakça | * Biraz kaypak. * Sözünde durmayarak, döneklik ederek. |
kaypaklaşma | * Kaypaklaşmak işi. |
kaypaklaşmak | * Kaypak bir duruma gelmek. |
kaypaklık | * Kaypak olma durumu. * Sözünde durmazlık, döneklik. |
kaypama | * Kaypamak işi. |
kaypamak | * Ayağıkaymak. |
kayra | * Yüksek tutulan veya sayılan birinden gelen iyilik, lütuf, ihsan, atıfet, inayet. * Bkz. Tanrıkayrası. |
kayracılık | * Evrendeki bütün olaylarıtanrısal sebebe dayandıran, insanların ancak Tanrıkayrasıyla, bağışıyla kurtulabileceğini ileri süren öğreti, providansiyalizm. |
kayrak | * Ekime elverişli olmayan, taşlı, kumlu toprak. * Yassı, düz taş. * Bileği taşı. |
kayran | * Orman içinde genişve çıplak alan, düzlük. |
kayrılma | * Kayrılmak işi. |
kayrılmak | * Kayırmak işi yapılmak. |
kayser | * Roma, Bizans ve Alman imparatorlarına verilen unvan. |
kayşa | * Kayşamak olayı, kayma, göçü, heyelân. |
kayşama | * Kayşamak işi. |
kayşamak | * Kaya, toprak vb.yerinden koparak aşağıya kaymak. |
kayşat | * Kayşama sonucu yerinden kopmuşparça. |
kaytaban | * Sürü, deve sürüsü. * Başı boş, düzensiz. |
kaytak | * Kuytu. * Sözünde durmayan. * Yağcı, dalkavuk, numaracı. |
kaytaklık | * Kaytak olma durumu. |
kaytan | * Pamuk veya ipekten sicim. * Yelkeni yarıkapatmak için kullanılan örgü halat. |
kaytan bıyıklı | * İnce ve uzun bıyıklı. |
kaytanlı | * Kaytanı olan, kaytanla dikilmiş. |
kaytarıcı | * İşten kaçan kimse. |
kaytarış | * Kaytarmak işi veya biçimi. |
kaytarma | * Kaytarmak işi. |
kaytarmacı | * Kaytaran (kimse). |
kaytarmacılık | * Kaytarmacının işi. |
kaytarmak | * Geri çevirmek, iade etmek. * İşten kaçmak. |
kayyım | * Bkz. kayyum. |
kayyum | * Cami hademesi. * Belli bir malın yönetilmesi veya belli bir işin yapılması için görevlendirilen kimse. |
kayyumluk | * Kayyum olma durumu. * Kayyumun görevi. |
kaz | * Perde ayaklılardan, uzun, beyaz veya gri boyunlu, suda ve karada yaşayan, uçan, yabanî veya evcil kuş (Anser). * Budala. |
kaz ayağı | * Bkz. kazayağı. |
kaz gelen yerden tavuk esirgenmez | * büyük çıkarlar beklenen yerde küçük fedakârlıklar yapılmalıdır. |
kaz kafalı | * Anlayışsız, kavrayışsız, kafasız. |
kaza | * Can veya mal kaybına veya zararına sebep olan kötü olay. * Vaktinde kılınmayan namazıveya tutulmayan orucu sonradan dinî kurallara uygun olarak yerine getirme. * Yargı, yargılama. * Kadının görevi. * İlçe, kaymakamlık. |
kaza dairesi | * Yargıçevresi. |
kaza etmek | * vaktinde kılınmayan namazı, tutulmayan orucu dinî kurallara uygun olarak yerine getirmek. |
kaza ile | * kazara. |
kaza kurşunu | * Yanlışlıkla gelen mermi. |
kaza ve kader | * alın yazısı. |
kazaen | * Kazara. |
Kategoriler