keleş | * Yiğit, cesur, bahadır. * Çok yakışıklı, çok güzel. * Vücut yapısı gösterişsiz. * Çirkin, kötü. * Kel. |
keleşlik | * Keleşolma durumu. |
keleye çekmek | * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, boğaya çekmek. |
keli görünmek | * kusuru ortaya çıkmak. |
keli kızmak | * (seyrek öfkelenenler için) öfkelenmek. |
keli körü toplamak | * işe yaramaz kimseleri toplamak. |
kelifit | * Hidratlıdoğal magnezyum silikat. |
kelik | * Eski ayakkabı. |
kelime | * Anlamı olan ses veya ses birliği, söz, sözcük. |
kelime cambazı | * Kelime cambazlığıyapan kimse. |
kelime cambazlığı | * Sözlerle oyun yapma. |
kelime hazinesi | * Bkz. söz dağarcığı, söz varlığı, vokabüler, kelime kadrosu. |
kelime kadrosu | * Söz varlığı. |
kelime karışıklığı | * 343 söz karışıklığı. |
kelime oyunu | * Sözlerin çok anlamlı olmasından veya benzerliklerinden yararlanarak yapılan nükte veya aykırı anlamlandırma. * İki veya daha çok kişinin her defasında bir harf ekleyerek anlamlıkelime oluşturma oyunu. |
kelime sıklığı | * Dilde bir sözün kullanılma oranı, frekans. |
kelime türü | * Yapı, kavram, görev bakımından aralarındaki benzerliğe göre ayrılmış bulunan kelime türlerinden her biri. Türkçede sekiz kelime türü vardır: isim, sıfat, zamir, zarf, edat, bağlaç, ünlem, fiil. |
kelime vurgusu | * Bir kelimede bir hecenin öteki hecelerden daha baskılısöylenişi. |
kelimecik | * Küçük kelime. |
kelimeişahadet | * “Tanrı’dan başka Tanrıyoktur ve Muhammed onun kulu ve peygamberidir” sözü; İslâmın beşşartından biri. |
kelimeleri tartarak konuşmak | * sonucu hesaplayarak konuşmak. |
kelimeleşmek | * Kelime durumuna, söz varlığıhâline gelmek, söze dönüşmek. |
kelimenin tam anlamıyla | * bir durumu anlatmak için kullanılan sözün kapsadığıtam kavramla. |
kelimesi kelimesine | * Hiçbir kelimesini atlamadan, olduğu gibi, tıpkı, harfiyen, aynen, motamot. |
kelimesiz | * Sessiz, kelimeleri kullanmadan. |
kelin merhemi olsa başına sürer (veya kelin medarı olsa kendi başında olur) | * kendi işini halledemeyen kişiden aynıdurum için yardım istendiğinde söylenir. |
kelle | * Baş, kafa. * (bazıpeynir cinsleri ve külçe durumundaki şeker gibi şeyler için) İri tane. * Ekinlerde başak. |
kelle götürmek | * gereksiz bir aceleyle gitmek, koşturmak, acele davranmak. |
kelle koltukta (gezmek) | * gözünü budaktan esirgememek. |
kelle koparmak | * olumsuz ve başarısız bir durum sonunda işe, göreve son vermek. |
kelle koşturmak | * gereğinden çok acele etmek. |
kelle kulak yerinde (olmak) | * kanlıcanlıve iri yapılı olan. * gösterişli, itibarlısayılan. |
kellesinden olmak | * can vermek, ölmek. |
kellesini koltuğuna almak | * ölümü göze almak. |
kellesini uçurmak | * kafasınıkeserek koparmak. |
kellesini vurdurmak | * öldürmek. |
kelleşme | * Kelleşmek işi. |
kelleşmek | * Kel durumuna gelmek. |
kelleyi vermek | * canınıfeda etmek. |
kelli | * “Sonra” edatı gibi, çıkma durumundaki sözlerin ardısıra geldiğinde birbirine bağladığı iki yargıdan birincisini zorlayıcı bir sebep olarak gösterir. |
kelli felli | * Kılığıkıyafeti düzgün, olgun ve gösterişli (kimse), kerli ferli, gün görmüş. |
kellik | * Kel olma durumu. * Çıplak, bitkisiz yer. |
Keloğlan | * Türk masallarının çoğunda geçen, sonunda zekâsıve yiğitliğiyle amacına eren bir kahramanın adı. * (küçük k ile) Bir ailenin koruyuculuğuna veya bir yere çıraklığa alınan öksüz çocuklarıanlatmak için bir okşama sözü gibi de kullanılır. |
keloğlan | * Hindi. |
kem | * Noksan, eksik. * Kötü, fena. |
kem göz | * Kötü, baktığışeye nazar değdiren göz. |
kem gözle bakmak | * kötü niyetle bakmak. * nazar değdiren bir bakışla bakmak. |
kem küm | * Verecek cevap bulamayıp açık bir anlamı olmayan gelişigüzel sözler söylemek” demek olan kem küm etmek deyiminde geçer. |
kem söz kem akçe sahibinindir | * kötü söz söyleyenindir. |
kemakân | * Önceden olduğu gibi, eskisi gibi. |
Kategoriler