kemikleştirmek | * Kemiğe donüştürmek. |
kemikli | * Kemiği olan veya çok kemiği olan. * Kemikleri iyi gelişmiş. * Çok zayıf, sıska. |
kemikli balıklar | * Balıklar sınıfından, iskeletleri kıkırdak durumunda kalmayıp kemikleşmişolan balıklar takımı. |
kemiksi | * Kemiğe benzeyen. |
kemiksi bölge | * Kıkırdağın kemiğe dönüşmekte olduğu kemik tabakası. |
kemiksiz | * Kemiği olmayan, kemiği ayrılmış. |
kemircik | * Burun, kulak vb. de bulunan küçük kıkırdak. |
kemirdek | * Kuyruğun iskeleti. |
kemirgen | * Kesici dişleri çok iyi gelişmişolan (hayvan). |
kemirgenler | * Tavşan, kobay, kirpi, sıçan ve kunduz gibi köpek dişleri olmayan ve kesici dişleri iyi gelişmişmemeliler takımı. |
kemirici | * Kemiren. |
kemiriciler | * Kemirgenler. |
kemirilme | * Kemirilmek işi. |
kemirilmek | * Kemirmek işi yapılmak veya kemirmek işine konu olmak. |
kemiriş | * Kemirmek işi veya biçimi. |
kemirme | * Kemirmek işi. |
kemirmek | * Sert bir şeyi dişleriyle azar azar koparmak. * Aşındırmak, yemek. * Bir şeyin içine işleyerek onu harap etmek. |
kemiyet | * Nicelik. |
kemlik | * Kötülük. |
kemlik etmek | * kötü davranışlarda bulunmak. |
kemoterapi | * Hastalıkların kimyasal maddelerle tedavi yöntemi. |
kemre | * Gübre, tezek. |
kemreleme | * Gübrelemek işi. |
kemrelemek | * Gübrelemek. |
kemrelik | * Gübrelik. |
-ken | * Bkz. -gan / -gen. |
kenar | * Bir şeyin, bir yerin bitişkısmıveya yakını, kıyı. * Bir şeyi çevreleyen çizgi. * Pervaz, çizgi, antika, baskı gibi çevre süsleri. * Bir biçimi sınırlayan çizgilerden her biri. * Merkezden uzak olan, kuytu, ıssız, sapa, tenha. |
kenar bobini | * (kâğıtçılıkta) Üretim maksimum makine genişliğinde olmasınısağlayabilmek için ana bobinlerin yanında üretilen dar, tekrar hamurlaştırmanın dışında kullanıma imkân sağlayacak genişlikteki bobin. |
kenar gezmek | * bir şeyden uzaklaşmışolmak. |
kenar mahalle | * Şehrin merkezinden uzak ve çoğu kültürsüz, görgüsüz ve fakir halkın oturduğu semt. |
kenar semt | * Bkz. kenar mahalle. |
kenar suyu | * Kenar süslemesi. |
kenara atmak | * bir şeyin üstünde durmamak, önemsememek. |
kenara çekilmek | * artık hiçbir şeye karışmamak. |
kenarcı | * Deniz kıyılarında avlanan balıkçı. |
kenarda kalmak | * kendine yakışan yeri tutamayarak önemsiz bir duruma düşmek. |
kenarda köşede | * Dikkati çekmeyen veya umulmayan yerlerde. |
kenarı bastırmak | * bir kumaşın kenarlarınıkıvırıp elle veya makine ile dikmek. |
kenarın dilberi | * Kibarlığa özenen görgüsü az kadın. |
kenarlı | * Herhangi bir biçimde kenarı olan. * Kenarısüslü, kenarı işlenmiş. |
kenarlık | * Kenar bölümünü oluşturan şey. |
kenarortay | * Bir üçgende her tepeden karşıkenarın ortasına indirilen doğru parçası. * Bir dikdörtgenin karşılıklı iki kenar ortasını birleştiren doğru parçası. |
kenarsız | * Kenarı olmayan. |
kendi | * İyelik ekleri alarak kişilerin öz varlığınıanlatmaya yarar. * Kişiler üzerinde direnilerek durulduğunu anlatır. * Bir işte başkalarının etkisi bulunmadığını belirtir. * “Kendisi, kendileri” biçiminde bazen saygıduygusuyla veya söz konusu olanlarıamaçlayarak o ve onlar yerine kullanılır. * İyelik eki almış bulunan isimlerden önce eksiz olarak iyelik düşüncesini pekiştirir, kişisel. |
kendi adına | * salt kendi için, kendisi hesabına. |
kendi ağzıyla tutulmak | * suçu, yalanıveya iddiasının yanlışlığıkendi sözüyle ortaya çıkmak. |
kendi başına | * Kimseye sormadan. * Başkasının payıveya yardımı olmaksızın. |
kendi beslek | * Öz beslenen. |
kendi derdine düşmek | * kendi sorunu sebebiyle başka şeyle ilgilenememek. |
kendi düşen ağlamaz | * kendi zararına kendi sebep olanın yakınmaya hakkı olmaz. |
Kategoriler