kepez | * Yüksek tepe, dağ. * Dağların oyuk, kuytu yerleri. * Gelin başlığı. * Tavuk ve kuşların ibiği veya başındaki uzun tüyler. |
kepir | * Çorak, verimsiz toprak. * Çamurlu çorak toprak. |
kepme | * Kepmek işi. |
kepmek | * Çökmek, yıkılmak. |
kerahet | * İğrenme, tiksinme. |
kerahet vakti | * (akşamcılar arasında) İçkiye başlama zamanı. |
keramet | * Ermişkimselerin gösterdiklerine inanılan, doğaüstü, şaşkınlık uyandırıcıdurum. * Olağanüstü durum. * Keramet sayılabilecek nitelikte olan şey. |
keramet buyurdunuz (veya keramette bulundunuz) | * “çok doğru söylediniz”, “çok güzel yaptınız” anlamlarında kullanılan bir yaranma sözü. |
keramet sahibi | * keramet gösterebilen (kimse). |
kerameti kendinden menkul | * başka bir etkenle kavuştuğu iyi durumu kendi çabasının verimi veya değerinin karşılığısaymak. |
kerametli | * Doğaüstü güce sahip. |
keramette bulunmak | * doğaüstü olaylarda bulunmak. |
kerata | * Karısıtarafından aldatılan erkek. * Sevgi ile söylenen sitem sözü. * Ayakkabıçekeceği. |
keratin | * Tırnak, boynuz, kıl gibi üst deri ürünü olan yapıları oluşturan proteinli madde. |
keratinleşme | * Keratinleşmek işi veya durumu. |
keratinleşmek | * Protoplâzma proteinler keratin durumuna dönüşmek. |
keratinli | * Keratini olan. |
kerde | * Sebze fideliği. |
kere | * Kez, yol, defa, sefer. |
kerem | * Soyluluk, ululuk, büyüklük, asalet. * Bağışolarak verme, iyilik, lütuf. |
kerem buyurun (veya eyleyin) | * “izin verin, beni dinleyin” anlamında nezaket sözü. |
kerem etmek | * bağışta, iyilikte bulunmak. |
kerem gibi sevmek (veya yanmak) | * büyük aşk yaşamak, aşkından ölmek. |
kerem sahibi | * İyi huylu, cömert. |
kerempe | * Denize doğru uzanan taşlık burun. * Dağın en yüksek yeri. |
keres | * Büyük ve derin karavana. |
kereste | * Tomrukların boyuna biçilmesiyle elde edilen marangozluk ve inşaat odunu. * Kaba saba kimse, kalas. * Ayakkabıyapımında kullanılan gereç. |
keresteci | * Kereste satan kimse. |
kerestecilik | * Kereste alıp satma işi. |
keresteli | * İri yapılı. |
kerestelik | * Kereste yapılmaya elverişli ağaç. |
kerevet | * Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, tahtadan seki, sedir. |
kerevides | * 343 kerevit. |
kerevit | * Kabuklular sınıfından, çamurlu tatlısularda yaşayan bir eklem bacaklı, tatlısu istakozu, karavide (Potamobius fluviatilis). |
kereviz | * Maydanozgillerden, kökleri ve yapraklarısebze olarak kullanılan kokulu bir bitki (Apium graveolens). |
kerh | * Tiksinme, iğrenme. * Bir işi istemeyerek, zorla yapma. |
kerhane | * Genel ev. |
kerhaneci | * Kerhane işleten kimse. * Sövgü sözü. |
kerhen | * Tiksinerek, iğrenerek. * İstemeyerek, istemeye istemeye, gönülsüz. |
kerih | * Tiksindirici, iğrenç. |
kerim | * Soylu, asil. * Eli açık, cömert. * Allah’ın adlarından biri. |
kerime | * (saygılıkonuşmada) Kız evlât. |
keriz | * Geriz, çirkef, pislik. * Kumar. * Kolayca kandırılabilen oyuncu, aptal. * Eğlenti. |
kerizci | * Çalgıcı. * Hile yapan oyuncu. |
kerkenez | * Kartalgillerden, leşle beslenen, 35 cm uzunluğunda, kızılımsıtüyleri olan bir kuş(Falco tinnunculus). |
kerkes | * Akbaba. |
kerki | * Keser. |
kerli ferli | * Kelli felli. |
kermen | * Kale, germen. |
kermes | * Bir çalışmaya yardım sağlamak için, genellikle açık havada yapılan eğlentili toplantı. * Küçük şehirlerde bayram veya panayır günlerinde yapılan eğlenceli toplantı. |
Kategoriler