kesecik | * Kulağın dolambacında bulunan ve lenf ile dolu olan küçük zarsı organ. |
kesedar | * Zengin kimselerin parasınıyöneten ve gerekli harcamalarıyapan kimse. * Esnafların gelirlerini toplayıp satan kimse. |
kesek | * Bel, çapa veya sabanın topraktan kaldırdığı iri parça. * Tezek. * Çimen yapmak için üzerindeki otuyla birlikte çıkarılmışçayır parçası. |
keseklenme | * Keseklenmek işi. |
keseklenmek | * Toprak, parça parça olmak. |
kesekli | * Parça parça kabarmışolan (toprak). |
kesel | * Gevşeklik, tembellik. |
kesel gelmek | * gevşemek, tembelleşmek. |
kesel perdesi | * Herhangi bir müzik ölçüsüne girmeyen, insanın iç dünyasınıkarartan ve bıkkınlık veren bir ses tonu. |
keseleme | * Keselemek işi. |
keselemek | * Kir çıkarmak için vücudu kese ile ovmak. |
keseleniş | * Keselenmek işi veya biçimi. |
keselenme | * Keselenmek işi. |
keselenmek | * Keselemek işi yapılmak. * Kendini keselemek. |
keseletme | * Keseletmek işi. |
keseletmek | * Keselemek işini yaptırmak. |
keseli | * Kesesi olan. |
keseli kurt | * Genellikle omurgalılarda, kasların içinde gelişen şerit kurtçuklarının genel adı(Cysticercus). |
keseliler | * Kanguru gibi, dişilerinin karnında yavrularınıtaşımaya yarayan kese bulunan hayvanlar takımı. |
kesen | * Kesmek işini yapan. * Bir şekli kesen doğru; özellikle bir üçgenin kenarlarınıkesen doğru. |
kesene | * Sözleşme, yazılıanlaşma. * Götürü, toptan iş. |
keseneğe almak | * gelirini, satın almak, iltizam etmek. |
keseneğe vermek | * bir şeyin gelirini önceden götürü olarak satmak. |
kesenek | * Görevlilerin aylıklarından her ay belli oranda kesilip bir sosyal güvenlik kurumuna yatırılan para. * Fabrika, çiftlik gibi gelir kaynaklarının gelirini satın alma işi, iltizam. |
kesenekçi | * Keseneği alan kimse, iltizamcı, mültezim. |
kesenin ağzınıaçmak | * bol para harcamaya başlamak. |
kesenin dibi görünmek | * para tükenmek. |
kesenize bereket | * maddî katkısı görülen bir kimseye “çok kazan, kazancın bol olsun” anlamında söylenen teşekkür sözü. |
kesenkes | * Kesin olarak, kesinlikle. |
keser | * Tahta, ağaç yontmaya yarayan, kısa saplı, bir yanıkeskin ağızlı, öteki yanıçivi çakmaya uygun çelik araç. |
kesesi elvermemek | * bütçesi elverişli olmamak. |
kesesine bir şey girmemek | * bir yarar veya çıkar sağlamamak. |
kesesine göre | * parasına, malî imkânlarına göre. |
kesesine güvenmek | * parasına güvenmek. |
kesesini doldurmak | * fırsatlardan yararlanarak para kazanıp zengin olmak. |
keseye davranmak | * ödemek istemek. |
kesici | * Kesmek işini yapan, kesen. * Kasaplık hayvanlarıkesen kimse. * Kesme işinde kullanılan araç. |
kesici diş | * Alt çenenin ve üst çenenin on tarafında bulunan, yiyecekleri kesmeye yarayan, yassı, keskin ön dişlerden her biri. |
kesif | * Yoğun. * Saydam olmayan. * Sık, kalın. |
kesif yem | * Sindirilebilir besin maddeleri yüksek, selülozu düşük yem. |
kesik | * Kesilmişolan. * Kesilerek bozulmuşolan. * Çiğsütten yapılan yağsız peynir, çökelek, ekşimik. * Kısa. * Gazete, dergi vb.den kesilmişyazı, kupür. * Kesilmişolan yer. * Tarla, bağve bahçe çevresine açılan hendek. |
kesik hava | * Halk şiiri dışında yanık ezgili deyiş. |
kesik kelime | * Bir bölümü kesilerek kullanılan söz. |
kesik kerem | * Âşık Kerem’in ezgilerinde görülen yanık türkü dalı. |
kesik kesik | * Ara vererek ve kısa kısa. |
kesik koni | * Bir koninin tabanına paralel bir düzlemle kesilmesinden elde edilen cisim. |
kesik piramit | * Bir piramit, tabanına paralel bir düzlemle kesildiğinde taban yönünde kalan cisim. |
kesik prizma | * Bir prizmanın bütün yer ayrıtlarınıkesen bir düzlemle elde edilen, kesiti ile tabanıarasında kalan cisim. |
kesikli | * Kesikleri olan. * Aralıklarla süren, duraklamalar yapan (elektrik akımı). |
kesiklik | * Kesik olma durumu. * Ansızın duyulan hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk. |
Kategoriler