kır bekçisi | * Kırların ve ovaların güvenliğiyle görevli kimse. |
kır boynunu! | * defol! çekil! git!. |
kır çiçeği | * Kırlarda kendiliğinden yetişen çiçek. |
kır düşmek | * göze çarpar derecede beyaz kılları bulunmak, kırlaşmak. |
kır eğlencesi | * Kırda yapılan eğlence. |
kır gerillâsı | * Dağlarda, köy ve kasabalarda eylem yapan çete. |
kır gülü | * Çorak bölgelerde biten ve gün gülüne benzeyen bir tür çiçek (Fumana). |
kır kahvesi | * Kırda bulunan, çoğunlukla küçük kahve. |
kır serdarı | * Kırlarda eşkıyanın ardına düşüp yolların güvenliğini sağlamakla görevlilerin başı. |
kıraat | * Okuma. * Okuma kitabı. * Kur’an’ın belli kural ve işaretlere göre okunması. |
kıraat etmek | * okumak. |
kıraathane | * Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmişkahvehane. * Kahve, kahvehane. |
kıraathaneci | * Kıraathane işleten kimse. |
kıracak | * Nalbantların atın tırnağınıkesmek için kullandıklarıkeskin demir alet. |
kıraç | * Verimsiz veya sulanmayan, bitek olmayan toprak. |
kıraçlaşma | * Kıraçlaşmak işi. |
kıraçlaşmak | * Kıraç duruma gelmek, verimsizleşmek. |
kıraçlık | * Kıraç olma durumu veya kıraç yer. |
kırağı | * Soğuk havalarda, su buğusunun yerde, bitkiler, ağaçlar ve öteki nesneler üzerinde donmasıyla oluşan ince buz billûru. |
kırağıçalmak (veya vurmak) | * kırağı, dondurup bozmak. |
kırağıdüşmek (veya yağmak) | * kırağı oluşmak. |
kırağılı | * Kırağısı olan. |
kıran | * Kırmak işini yapan (kimse). * Bit topluluğun ve özellikle hayvanların büyük bir bölümünü yok eden hastalık veya başka sebep, ölet, afet. |
kıran | * Kıyı, kenar, çevre, uç. * Dağsırtı, tepe, bayır. * Kıraç toprak. * Birbirine parelel olarak uzanan iki akarsu arasında kalmışdağsırtı. |
kıran girmek | * kısa bir zaman içinde çok sayıda ölmek. |
kıran kırana | * Çok mücadeleli, acımaksızın öldürürcesine yapılan (kavga, güreş). |
kıranta | * Saçlarıağarmaya başlamışorta yaşlıerkek. * Ağırbaşlı, yaşına rağmen bakımlı, özenli (erkek). * (saç sakal için) Kırlaşmış. |
kırat | * Elmas, zümrüt gibi değerli taşların tartısında kullanılan iki desigramlık ölçü birimi. * Nitelik, değer, düzey, seviye. |
kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan (almak) | * kişi, kiminle arkadaşlık ederse, ondan etkilenir. |
kıratınıölçmek | * değerini biçmek, kıymetini belirlemek. |
kıratlık | * Kıratı olan, herhangi bir kırat değerinde olan (taş). * Herhangi bir nitelikte, değerde olan. |
kıray | * Yol kesen, asi. * Genç, delikanlı. |
kırba | * Sakaların içinde su taşıdıklarıağzıdar, altı geniş, deriden yapılmışkap, su kabı, matara. * (çocuklarda) Karın şişmesiyle beliren bir hastalık. * Çok su içen kimse. |
kırbacık | * Tulumcuk. |
kırbaç | * Kıl tek parça deri veya uzun esnek bir değneğin ucuna sırım bağlanarak yapılmışvurma aracı. |
kırbaç kurdu | * Çeşitli türleri insanların ve hayvanların kalın bağırsağında yaşayan, boyu 5 cm olan eni, gözle görülmeyecek incelikte bir asalak, trikosefal (Trichuris trichiura). |
kırbaç kurtları | * Örnek hayvanıkırbaç kurdu olan, yuvarlak solucanlar familyası. |
kırbaçlama | * Kırbaçlamak işi. |
kırbaçlamak | * Kırbaçla vurmak. * Canlandırmak, destek vermek, harekete geçirmek. |
kırbaçlanma | * Kırbaçlanmak işi. |
kırbaçlanmak | * Kırbaçla dövülmek. |
kırca | * Hafif kırlaşmış. * Hafif kırlaşmışdurumda. |
kırcı | * Dolu. * Ufak ve sert taneli kar. |
kırcımantı | * Küçük ve içi iyi doldurulmuşmantı. |
kırcın | * Hayvan kıranı. |
kırç | * Kışın, sisli havalarda, ağaç dallarını, toprak çıkıntılarınıvb. yerleri kaplayan buz tabakası. |
kırçıl | * Kırlaşmaya başlamış, kır renkli. * Bu renkte saçı olan. |
kırçıllanma | * Kırçıl duruma gelme. |
kırçıllanmak | * Kırçıl duruma gelmek, ağarmak. |
kırçıllaşma | * Krıçıllaşmak durumu. |
Kategoriler