kısırganmak | * Esirgeyip bir şeyi vermekten çekinmek. |
kısırlaşma | * Kısırlaşmak işi. |
kısırlaşmak | * Kısır duruma gelmek. |
kısırlaştırma | * Kısırlaştırmak işi. |
kısırlaştırmak | * Üreme organlarınıameliyatla döl veremez duruma getirmek. |
kısırlık | * Kısır olma durumu. * Verimsizlik, akamet. |
kısış | * Kısma işi. |
kısıt | * Kişinin yurttaşlık haklarınıkullanma yetkisinin yargıkuruluşlarınca kaldırılması. * Bunama, mahkûm olma gibi sebeplerden dolayıkanunun, bir kimsenin malını, parasını istediği gibi kullanmasına ve harcamasına engel olması, hacir. |
kısıt altına almak | * kısıtlamak. |
kısıtlama | * Kısıtlamak işi, hacir. |
kısıtlamak | * Önceden verilmişolan hak ve hürriyetlerin sınırlarınıdaraltmak, tahdit etmek. * Birini yasal yoldan mallarınıkullanmaktan yoksun bırakmak, kısıt altına almak, hacir altına almak. * Sınırlamak, daraltmak. |
kısıtlanış | * Kısıtlanmak işi veya biçimi. |
kısıtlanma | * Kısıtlanmak işi. |
kısıtlanmak | * Kısıtlamak işi yapılmak. |
kısıtlayıcı | * Kısıtlayan, kısıt altına alan. * Sınırlayan, daraltan. |
kısıtlayış | * Kısıtlamak işi veya biçimi. |
kısıtlı | * Kısıtlanmış, kısıt altına alınmış, mahcur. * Sınırlanmış. |
kısıtlılık | * Kısıtlı olma durumu, hacir. |
kıska | * Arpacık soğanı. |
kıskacı | * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştiren kimse. |
kıskacılık | * Soğan tohumundan arpacık soğanıyetiştirme işi. |
kıskaç | * Bir şeyi tutup sıkıştırmaya yarayan kerpeten, pense gibi araç. * Açılıp kapanan eğreti merdiven. * Böceklerde besin maddelerini parçalamaya ve kendilerini savunmaya yarayan organ. * Demircilerin kızgın demiri tuttuklarımaşa gibi araç. * Kıskaç biçiminde olan. |
kıskaç gözlük | * Kelebek gözlük. |
kıskaçlama | * Kıskaçlamak işi. |
kıskaçlamak | * Kıskaç duruma gelmek. |
kıskanç | * Kıskanma huyunda olan. |
kıskançlık | * Bir kimse bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin, başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum veya acıduyma. |
kıskançlık etmek | * kıskanmak. |
kıskandırma | * Kıskandırmak işi. |
kıskandırmak | * Kıskanmasına yol açmak. |
kıskanılma | * Kıskanılmak işi. |
kıskanılmak | * Kıskanmak işi yapılmak veya kıskanmak işine konu olmak. |
kıskanış | * Kıskanmak işi veya biçimi. |
kıskanma | * Kıskanmak işi. |
kıskanmak | * Sevgide veya kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına veya üstün durumda görünmesine dayanamamak. * Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acıduymak, günülemek, haset etmek. * Esirgemek, çok görmek. * Bir şeye, en küçük saygısızlık gösterilmesine bile dayanamamak. * Yerinde olmayı istemek, imrenmek. |
kıskı | * Türlü maksatlarla iki şeyin arasına sokuşturulan, kıstırılan parça, kama, takoz. |
kıskıvrak | * Çözülemeyecek veya kurtulamayacak bir biçimde. |
kıskıvrak yakalamak (veya bağlamak) | * kurtulamayacak veya çözülemeyecek biçimde tutmak, sımsıkıtutmak. * tamamen etkisi altında kalmak, bir şeyle sürekli meşgul olmak. |
kısma | * Kısmak işi. |
kısmak | * Azaltmak, alçaltmak. * (göz için) Biraz kapamak. * Boyunu kısaltmak veya daraltmak. * (lâmba için) Işığınıazaltmak. * Sıkıştırmak. * (para, masraf vb. için) Azaltmak. * Pintilik etmek. * Verilen hak ve özgürlüklerin sınırınıdaraltmak. |
kısmen | * Bütün değil, bir bölüm olarak veya bazı bakımdan, bazıyönden. |
kısmet | * Tanrı’nın her kişiye uygun gördüğü yaşama durumu, nasip. * (kız veya kadın için) Evlenme talihi. * Olayların kötü sonuçlarınıtevekkülle karşılama durumu. * Şimdiden belli değil, ya olur ya olmaz anlamında. |
kısmet (veya kısmeti) çıkmak | * (kız, kadın için) evlenme teklifi almak. |
kısmet ağacı | * Bütün sıcak ülkelerde sık rastlanan tırmanıcıve iri gövdeli ağaç (Clerodendron). |
kısmet beklemek | * evlenmeyi, evleneceği kimseyi beklemek. |
kısmet kapısı | * Gelir, geçim yeri sağlayan yer. |
kısmet olmak | * talih yardım etmek. |
kısmeti açılmak | * kazancıartmak, bolluğa ermek. * kendisiyle evlenmek isteyen biri çıkmak. |
kısmeti ayağına (kadar) gelmek | * beklenmeyen bir sebeple kazançlı bir durumla karşılaşmak. |
kısmeti bağlanmak | * istediği hâlde evlenememek. |
Kategoriler