lâkacı | * Lâka veya vernik süren işçi. |
lâkap | * Bir kimseye veya bir aileye kendi adından ayrı olarak sonradan takılan, o kimsenin veya o ailenin bir özelliğinden kaynaklanan ad. |
lâkap takmak | * bir kimseye onun bir özelliğini belirtecek bir ad vermek. |
lâkaplı | * Herhangi bir lâkabı olan; lâkap takılmışolan. |
lâkaydî | * Aldırmazlık, ilgisizlik, umursamazlık, kayıtsızlık. |
lâkayt | * İlgisiz, aldırmaz, umursamaz, kayıtsız. |
lâkayt kalmak | * ilgisiz davranmak, aldırmamak. |
lâkaytlık | * Lâkayt olma durumu. |
lâke | * Lâka ile cilâlanmış. |
lâkerda | * Palamut, torik gibi balıklardan dilim dilim kesilerek yapılan salamura. |
lâkerdacı | * Lâkerda yapan veya satan kimse. |
lâkırdı | * Söz. * Boşsöz, dedikodu, lâf. |
lâkırdıtaşımak | * Bkz. lâf taşımak. |
lâkırdıağzından dökülmek | * isteksiz konuşmak. |
lâkırdıaltında kalmamak | * Bkz. lâf altında kalmamak. |
lâkırdıçıkarmak | * Bkz. lâf çıkarmak. |
lâkırdıebesi | * Geveze. |
lâkırdıetmek | * konuşmak. * dedikodu konusu etmek. |
lâkırdıkavafı | * Geveze. |
lâkırdı olmak | * sohbet edilmek. |
lâkırdıyetiştirmek | * bir söze karşılık vermekte gecikmemek. |
lâkırdıcı | * Lâkırdı bulup söyleyen, konuşkan. * Geveze. * Dedikoducu. |
lâkırdısıağzında kalmak | * konuşan kimsenin, bir başkasının söze başlamasıveya anî bir olay sonucunda sözü yarım kalmak. |
lâkırdısıaz | * sessiz, az konuşan, durgun kimse. |
lâkırdısımı olur? | * konuşulan bir şeyin önemsizliğini veya yersizliğini anlatmak için söylenir. |
lâkırdısınıetmek lâkırdısınıetmek | * hakkında konuşmak. |
lâkırdıya boğmak | * gereksiz ve boşsözlerle konuşmayıuzatmak. |
lâkırdıya tutmak | * konuşarak oyalamak. |
lâkırdıyıağzına tıkamak | * birinin sözünü bitirmesine imkân vermeden onu ters bir karşılıkla susmak zorunda bırakmak. |
lâkırdıyıezip büzmek | * konuşmasını beceremeyip aynışeyleri tekrarlamak. |
lâkin | * Ama, fakat. |
lâklâk | * Leyleğin gagasıyla çıkardığıses. * Ara vermeden söylenilen saçma sapan söz dizisi, gevezelik. |
lâklak etmek | * karşılıklı, gelişigüzel, havadan sudan konuşmak. |
lâklâka | * Gereksiz, anlamsız, boşsöz. |
lâklâkıyat | * Boşlâkırdılar, değersiz sözler. |
lâkonik | * Kısa ve özlü (söz), Veciz. |
lâkoz | * Hanigiller familyasından yuvarlak kuyruğu bulunan bir balık türü (Epinephelus zeneus). |
lâkrimal | * Gözyaşı ile ilgili. |
lâktaz | * Süt şekerini (laktoz) üzüm şekerine (glikoz) çeviren bir bağırsak enzimi. |
lâktik asit | * Ekşi sütte ve bitkilerin çoğunda bulunan asit alkol, süt asidi. |
lâktoz | * Sütte bulunan, sütün buharlaşmasıyla kristal durumunda toplanan şeker, süt şekeri (C12H22O11). |
lâl | * Dili tutulmuş, konuşamaz hâle gelmiş, dilsiz. |
lâl | * Parlak kırmızırenkte, billûrlaşmış, saydam bir alüminyum oksidi olan değerli bir taş. * Kırmızırenkli bir çeşit mürekkebe verilen ad. * Parlak kırmızırenkte olan. |
lâl etmek | * konuşamaz duruma sokmak. |
lala | * Çocuğun bakım, eğitim ve öğretimiyle görevli kimse. * Şehzadelerin özel eğitmenleri. * Padişahların vezirlerine seslenirken kullandıklarıhitap sözü. |
lala paşa eğlendirmek | * işini gücünü bırakıp karşısındakinin hoşvakit geçirmesini sağlamak. |
lalalık | * Lala olma durumu veya lalanın görevi. |
lâlanga | * Yağda kızartılarak, üzerine şeker veya şerbet dökülen bir hamur tatlısı. |
lâle | * Zambakgillerden, yapraklarıuzun ve mızraksı, çiçekleri kadeh biçiminde, türlü renkte bir süs bitkisi (Tulipa Gesneriana). * Meyve koparmak için ucuna üçlü veya dörtlü bir çatal geçirilmişsırık. * Ağır hapis mahkûmlarının boynuna geçirilen demir halka. |
lâle ağacı | * Manolyagillerden, ana yurdu Güney Amerika olan, çiçekleri lâleye benzeyen bir süs ağacı(Liriodendron tulipifera). |
Kategoriler