malûmatsız | * Bilgisiz. |
malûmattar | * Bilgili, malûmat sahibi. |
malûmattar etmek | * malûmat vermek. |
malûmu ilâm etmek | * bilinen ve açık olan bir şeyi söylemeye, açıklamaya kalkmak. |
malya | * Deniz dibinde otlara takılmışoltayıkurtarmaya ve deniz derinliklerinden ağ, halat, sicim vb. şeyleri çıkarmaya yarayan dört tırnaklıdemir. |
malzeme | * Gereç, materyal. * Bir eserin hazırlanmasında yararlanılan bütün bilgi ve kaynaklar. |
mama | * Bebek için hazırlanan yiyeceklerin genel adı. * Çaça. |
mamafih | * Bununla birlikte, durum böyle iken. |
mamaliga | * Kaynar suda haşlanıp üzerine yağgezdirilen mısır unu yemeği. |
mambo | * Haiti kökenli, rumba ve çaçaya benzeyen bir dans. * Bu dansın müziği. |
mamelek | * (birinin veya tüzel kişinin) Olanca malı, her nesi varsa, varıyoğu, mal varlığı. |
mamul | * Yapılmış, işlenmiş, imal edilmiş(eşya, yiyecek). |
mamulât | * Yapılmışşeyler. |
mamur | * Bayındır. |
mamure | * Bayındır yer, bayındırlık. |
mamut | * Filgillerden, dördüncü zamanda Avrupa ve Asya’da yaşamışolan, şimdi ancak fosili bulunan iri, kıllı bir hayvan (Elephas primigenius). |
-man / -men | * Sıfattan küçültme sıfatıtüreten ek: koca-man, köle-men, köse-men, Türkmen, uz-man, küçümen (küçük’ten) vb. |
-man / -men | * Fiilden isim türeten ek: az-man, değir-men, öğret-men, yönet-men, okut-man, say-man vb. |
mana | * Anlam. |
mana çıkarmak | * yersiz bir yargıya varmak; yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir anlam vermek. * anlam çıkarmak. |
mana çıkmak | * anlamına gelmek, anlamınıtaşımak. |
mana vermek | * kendince bir yargıya varmak, yorumlamak. |
manaca | * Anlamca. |
manalandırma | * Manalandırmak işi. |
manalandırmak | * Anlam vermek. |
manalı | * Anlamlı. * Gizli anlamı olan, manidar. |
manalımanalı | * Bir şey sezdirmeye çalışarak, anlamlı olarak, anlamlıanlamlı. |
manas | * Kın kanatlılardan, ergin evrede yaprakları, kurtçuk evresinde kökleri kemirerek tarım bitkilerine ve orman ağaçlarına büyük zarar veren bir böcek (Polyhylla fullo). |
manasız | * Anlamsız. * Yersiz, boş, yararsız. |
manasızlık | * Manasız olma durumu, anlamsızlık. |
manastır | * Bazıkesin kurallara bağlırahip veya rahibelerin dünya ile ilgilerini keserek yaşadıklarıyapı, keşişhane. |
manat | * Azerbaycan ve Türkmenistan para birimi. |
manav | * Meyve ve sebze satan yer. * Meyve ve sebze satan kimse. * Genellikle Romanya ve Bulgaristan’dan göç etmişkimse. |
manavlık | * Manavın işi veya mesleği. |
manaya gelmek | * anlam bildirmek. * anlama gelmek. |
manca | * Yiyecek. * Kedi, köpek yiyeceği. |
mancana | * Sütleğengillerden, Antil Adalarında yetişen, çok zehirli bir ağaç. |
mancınık | * Top yapımının bilinmediği çağlarda, kale kuşatmalarında, ağır taşgülle fırlatmakta kullanılan basit bir savaş aracı. * İpekçi çıkrığı. |
mancınık işi | * Kozadan ipek sağlama işi. |
mancınıkçı | * İpekçi çıkrığınıkullanan kimse. |
Mançu | * Mançurya halkından olan kimse. |
Mançuca | * Mançu dili. |
manda | * Gevişgetirenlerden, derisinin rengi siyaha yakın, uzun seyrek kıllı bir hayvan, su sığırı(Buffelus). |
manda | * Birinci Dünya Savaşından sonra bazıaz gelişmişülkeleri, kendi kendilerini yönetecek bir düzeye eriştirip bağımsızlığa kavuşturuncaya kadar Milletler Cemiyeti (Cemiyet-iAkvam) adına yönetmek için bazı büyük devletlere verilen vekillik. |
manda gibi | * çok iri ve hantal. |
manda gibi yayılmak | * dikkatsizce ve bütün ağırlığıyla oturmak. |
manda gibi yemek | * çok ve acele ile yemek. |
mandacı | * Bir ülkeyi manda temeline göre yönetmesi için Milletler Cemiyetince görevlendirilen (devlet), mandater. * Osmanlıİmparatorluğunda, tersanedeki gemilerin bakımı ile görevli kimse. |
mandacılık | * Mandacı olan veya mandacıyanlısı. |
mandagözü | * Nikel yirmi kuruş. |
Kategoriler