mazı | * Kağnıve arabalarda iki tekerleği birbirine bağlayan ağaç dingil. |
mazımeşesi | * Mazıüstünde urların oluştuğu meşe türü (Quercus infectoria). |
mazılık | * Mazıağaçlarının çok olduğu yer. |
mazi | * Geçmiş. * Geçmişzaman. |
maziye karışmak | * geçmişte kalmak, yürürlükten ve işlerlikten çıkmak. |
mazlum | * Kendisine zulmedilen. * Sessiz ve uysal, boynu bükük. |
mazlumluk | * Haksızlığa ve zulme uğramışolma durumu, ezilmişlik. * Sessizlik, uysallık. |
mazmun | * Anlam, kavram. * Divan edebiyatında bazıkavramlarıdolaylıanlatmak için kullanılan nükteli ve sanatlısöz. |
maznun | * Sanık. |
mazoşist | * Cinsel zevk almak için kendisine eziyet edilmesi gereken, eziyet çekerek cinsel zevk alan (sapık), özezer. |
mazoşizm | * Eziyet ve acı ile cinsel zevk alma eğilimi, özezerlik. |
mazot | * Yakıt olarak kullanılan ham petrolün damıtma ürünlerinden biri. |
mazotlama | * Mazotlamak işi. |
mazotlamak | * Mazot tabakasıyla kaplamak. * Yağlıparçalarımazotla temizlemek, yıkamak. |
mazruf | * Zarf içine konmuş, zarflı. * Zarflıkâğıt. |
mazur | * Mazereti olan, mazeretli. |
mazur görmek | * kusura bakmamak, hoşgörmek, bağışlamak, affetmek. |
mazur olmak | * mazeretli olmak, bahanesi bulunmak. |
mazurka | * Bir çeşit Leh dansı. * Bu dansın müziği. |
mazuryum | * Teknetyumun eski adı. |
me | * Türk alfabesinin on altıncıharfinin adı. |
me | * Koyun, kuzu gibi hayvanların çıkardığıses. |
-me | * 343 -ma / -me (I). |
-me | * 343 -ma / -me (II). |
meal | * Anlam, kavram, mefhum. * Ortaya çıkan şey, sonuç, netice. |
mealen | * Özünü, anlamınıalarak, anlamınca. |
mebde | * Baş, başlangıç. * İlke, unsur, prensip. * Kaynak, kök. |
mebiz | * Yumurtalık. |
meblâğ | * Para miktarı, tutar. |
mebni | * -den dolayı, -den ötürü. * Yapılmış, kurulmuş, bina olunmuş. |
mebus | * Milletvekili. |
mebusluk | * Milletvekilliği. |
mebzul | * Bol, çok. |
mebzuliyet | * Çokluk, bolluk. |
mecal | * Güçlük, dinçlik, derman, takat. |
mecal kalmamak | * güç kalmamak, güçsüzleşmek. |
mecalsiz | * Argın, dermansız, takatsiz. |
mecalsiz düşmek | * güçsüzleşmek, takati kalmamak. |
mecalsizlik | * Argınlık, dermansızlık, takatsizlik. |
mecaz | * Bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan söz. |
mecazen | * Mecaz yoluyla, mecaz olarak. |
mecazî | * Mecazla ilgili, mecaz niteliğinde olan. |
mecazlı | * Gerçek anlamından saptırılarak benzetmeli olarak kullanılmış(söz). |
mecbur | * Herhangi bir konuda yükümlü, bir şeyi yapmak zorunda olan. * Bağlı, düşkün, tutkun. |
mecbur etmek | * zorlamak. |
mecbur kalmak (veya olmak) | * herhangi bir şeyi yapmak zorunda bulunmak. |
mecbur tutmak | * zorlamak, yükümlü saymak, mecbur etmek. |
mecburen | * Kendi isteğinin dışında, zorla, kaçınılmaz, zorunlu olarak. |
mecburî | * Kaçınılmaz, zorunlu. |
mecburiyet | * Yükümlü, zorunlu olma durumu. |
Kategoriler