menedilme | * Menedilmek işi. |
menedilmek | * Yasak edilmek, yasaklanmak, önüne geçilmek. |
menejer | * Bkz. Menecer. |
menekşe | * Menekşegillerden, bir veya çok yıllık otsu bitki (Viola tricolor). * Bu bitkinin mor renkli, güzel kokulu çiçeği. |
menekşe gözlü | * Gözleri koyu lâcivert renkte olan. |
menekşe gülü | * Tırmanıcı, küçük çiçekli bir gül (Rosa chinensis). |
menekşe rengi | * Menekşe çiçeğinin mor rengi. * Bu renkte olan. |
menekşegiller | * Çiçekleri ayrıtaç yapraklı iki çenekli bitkiler familyası. |
menemen | * Yumurtalısivri biber, domates yemeği. |
menengiç | * Bkz. melengiç. |
menenjit | * Ateş, şiddetli başağrısı, kusma, ense katılaşması, sayıklama gibi belirtilerle ortaya çıkan beyin zarları iltihabı. |
menent | * Benzer, eş. |
menetme | * Menetmek işi. |
menetmek | * Yasak etmek, yasaklamak, engel olmak. |
meneviş | * Bir yüzeyde renk dalgalanmasısonucu görülen parlaklık, hare. * Terementi ağacının tohumu. |
menevişlenme | * Menevişlenmek işi. |
menevişlenmek | * Bir yüzeyde renk dalgalanmaları oluşmak, harelenmek. |
menevişli | * Menevişleri olan. |
menfa | * Bir kimsenin sürgüne gönderildiği yer, sürgün yeri. |
menfaat | * Yarar, çıkar, kâr, fayda. |
menfaat düşkünü | * Sadece kendi çıkarınıdüşünen, her şeyi kendine yontan kimse. |
menfaat gütmek (veya gütmemek) | * çıkarınıön plânda tutmak (veya tutmamak). |
menfaatçi | * Çıkarcı, çıkarına düşkün (kimse). |
menfaatine | * yararına. |
menfaatperest | * Çıkarcı. |
menfaatperestlik | * Çıkarcılık. |
menfaatperver | * Çıkarına düşkün. |
menfaattar | * Menfaatçi. |
menfez | * Girecek veya geçecek yer, delik, açma. |
menfi | * Olumsuz. * Her şeyi olumsuz ve kötü yanlarıyla ele alan. * Sürgün edilmiş. * Negatif. * Olumsuz. |
menfilik | * Bkz. olumsuzluk. |
menfur | * Nefret edilen, iğrenç, tiksindirici. |
mengene | * Onarma, işleme, düzeltme gibi işlemlerin uygulanacağınesneyi sıkıştırıp istenildiği gibi tutturmaya yarayan bir çeşit sıkıştırıcıalet. * Yağınıveya suyunu çıkarmak için ürünleri sıkmaya yarayan alet veya araç, pres. |
mengene gibi | * kuvvetle iyice sıkıştırarak. |
menhiyat | * Din yasakları. |
menhus | * Uğursuz. |
meni | * Döl suyu, bel suyu, atmık, sperma. |
menisk | * Bir yüzü içbükey, öbür yüzü dış bükey olan mercek. * Bazıeklemlerde kemik arasında bulunan kıkırdak bölüm. |
menisküs | * Diz meniski travması. |
menkı be | * Din büyüklerinin veya tarihe geçmişünlü kimselerin yaşamlarıve olağanüstü davranışlarıyla ilgili hikâye. |
menkul | * Bir yerden başka bir yere taşınmışolan. * Ağızdan ağıza geçerek gelmiş, söylenegelmiş. * Bir yerden bir yere taşınabilen (mal), taşınır. |
menolunma | * Menolunmak işi. |
menolunmak | * Yasak olmak, yasaklanmak. |
menopoz | * Kadınlarda gebe kalma ve doğurma yeteneğinin sona ermesi, yaşdönümü. |
menopoza girmek | * kadınlar için aybaşıhâlinin ve yumurtlamanın tamamen sona erdiği dönem başlamak. |
mensubiyet | * Bir yerle, bir kimse ile ilgili, ilişkili olma durumu, ilgililik. |
mensucat | * Dokuma, dokumalar, tekstil. |
mensup | * Bir yerle veya bir kimseyle bağlantısı olan, ilişkili, -den olan, -e bağlı(kimse). |
mensup olmak | * bir şey veya kimseyle bağıntısı olmak. |
mensur | * Düz yazı biçiminde olan, manzum olmayan. |
Kategoriler