meryemana dikeni | * 343 deve dikeni. |
meryemana kuşağı | * Gök kuşağı, yağmur kuşağı. |
meryemanaeldiveni | * Çan çiçeğinin bir türü (Campanula medium). |
merzengûş | * Mercanköşk. |
mesabe | * Derece, değer, rütbe. |
mesabesinde | * yerinde, değerinde, hükmünde. |
mesafe | * Ara, uzaklık. * İlişkilerde çok içten olmama durumu, resmiyet. |
mesafe bırakmak (veya koymak) | * ilişkilerde samimî olmamak. |
mesafeli | * Arası olan, uzaklığı bulunan. * İlişkilerde içtenliğe yer vermeyen. |
mesafelik | * Aralık. |
mesaha | * Yeri ölçme. * Yüz ölçümü. |
mesai | * Çalışma, emek. |
mesai saati | * Çalışma saatleri, işzamanı. |
mesai yapmak (veya mesaiye kalmak) | * bir işyerinde, yasal günlük işsüresi dışında ek bir ücretle fazla çalışmak. |
mesaj | * Bir devlet büyüğünün, bir sorumlunun belirli bir olay veya durum dolayısıyla ilgililere gönderdiği bildiri. * Yazıveya sözle verilen, gönderilen bilgi; bildirme yazısı, ileti. * Yazıveya sözle anlatılmasıamaçlanan duygu veya düşünce. |
mesaj bırakmak | * (yazıveya sözle) bilgi vermek. |
mesamat | * Cilt üzerindeki küçük delikler, gözenekler. |
mesame | * Gözenek. |
mesane | * İdrar torbası, kavuk. |
mescit | * Cami. * İçinde cuma ve bayram namazıkılınmayan, minaresiz, küçük cami. |
mesel | * Örnek alınacak söz. * Atasözü. * Eğitici hikâye veya masal. |
mesel olmak | * (söz, cümle, dize vb.) atasözü durumuna gelmek. |
meselâ | * Söz gelişi, söz gelimi, örneğin. |
mesele | * Sorun. * Problem. * Güç iş. |
mesele çıkarmak | * üzüntü verecek veya içinden güç çıkılır bir durum yaratmak. |
mesele yapmak | * önemsiz bir şeyi önemli bir sorun durumuna getirmek. |
mesele yok! | * herhangi bir güçlük yok!. |
mesen | * Sanat ve bilim adamlarınıkoruyan kimse. |
meserret | * Sevinç. |
meserretle | * Sevinçle. |
meses | * Hayvanlarıdürtmekte kullanılan, ucu demirli değnek, üvendire. |
mesh | * Bir şeyi elle sıvazlama. * Abdest alırken ıslak eli başa ve meste sürme. |
meshetme | * Meshetmek işi. |
meshetmek | * Abdest alırken ıslak eli başa ve meste sürmek. |
Mesih | * İsa Peygamber’e verilen adlardan biri. |
mesire | * Gezinti yeri, gezilecek yer. |
mesirelik | * Gezmeye elverişli yer, mesire yeri. |
mesken | * Konut, ikametgâh. |
mesken tutmak | * yerleşmek. |
meskenet | * Miskinlik, beceriksizlik. * Yoksulluk, fakirlik. |
Mesket Türkleri | * 343 Ahıska Türkleri. |
meskûkât | * Sikkeler, metal paralar. |
meskûn | * İnsan oturan, şeneltilmiş(yer). * Yurt edinilmiş(yer). |
meskûn kılmak | * bir yeri şeneltmek. |
meskûn mahal | * Yerleşim merkezi. |
meskût | * Söylenmemiş. |
meskût geçmek | * söylemeden geçmek. |
meskût kalmak | * konuşulmamak. |
mesleğinin eri olmak | * işinin uzmanıveya ustası olmak. |
meslek | * Bir kimsenin geçimini sağlamak için yaptığısürekli iş. * Uğraş. * Çığır, okul, ekol. * Birbirine bağlı bilimsel veya felsefî düşünceler birliği; bir fikir çevresinde toplanmışçeşitli bilgiler, dizge, sistem. |
Kategoriler