nebatat bahçesi | * Her türlü bitkinin örnek olarak yetiştirilip meraklıların incelemesine açık bulundurulan yer, botanik bahçesi. |
nebatî | * Bitki ile ilgili, bitkisel. |
nebevî | * Hz. Muhammed’le ilgili, Hz. Muhammed’e ilişkin. |
nebi | * Peygamber, savacı. |
nebülöz | * Bulutsu. |
nebze | * Az şey, az. * Biraz, kısa bir süre, bir parçacık. |
nebzecik | * Pek az, küçücük. |
necabet | * Temiz bir soydan gelme, soyluluk. |
necaset | * Pislik. * Dışkı, ters (Il). |
necat | * Kurtuluş. |
necat bulmak | * kurtulmak. |
nece | * Hangi dilde, hangi dilden?. |
Necef taşı | * Parlak ve saydam bir çeşit kuvars billûru. |
neci | * Ne işyapar, ne ile uğraşır?. |
neci oluyor! | * niçin karışıyor, ona ne?. |
necip | * Soylu, soyu temiz. |
nedamet | * Pişmanlık. |
nedamet duymak (veya getirmek) | * pişman olmak. |
nedametle | * Pişmanlık duyarak. |
nedbe | * Yara izi. |
neden | * Bir olayıveya durumu gerektiren veya doğuran başka olay veya durum, sebep. * Bir olayıdoğuran başka bir olayısormak için kullanılır; niçin. * Bir varlığıveya olayıetkileyen, oluşturan, doğuran şey, sebep, illet. |
neden bilimi | * Olgulara yol açan sebeplerin bütünü, etiyoloji. * Hastalık sebeplerini araştıran tıp dalı, etiyoloji. |
neden ise | * Bkz. nedense. |
neden olmak | * bir şeyin olmasına veya ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak. |
neden sonra | * gereğinden çok sonra. |
neden sonra | * Aradan bir hayli zaman geçince. * Aradan bir süre geçince. |
neden tanrıcılık | * Deizm. |
nedeniyle | * Yüzünden, dolayısıyla, sebebiyle. |
nedenli | * Nedeni olan, sebepli. |
nedenli nedensiz | * Hiçbir dayanağıyokken, nedeni olsun veya olmasın, sebepli sebepsiz. |
nedense | * Bilinmeyen, belli olmayan bir sebep dolayısıyla. |
nedensel | * Nedenle ilgili olan, sebep niteliğinde olan, illi. |
nedensellik | * Nedensel olma durumu, illiyet. |
nedensellik ilkesi | * Her şeyin bir sebebi vardır ve aynışartlar altında, aynınedenler, aynıetkileri doğurur biçiminde özetlenebilen ilke. |
nedensiz | * Nedeni olmayan, sebepsiz. * Bir sebebi olmadan. |
nedim | * Arkadaş, yakın dost. * Yüksek makamdaki kişileri hoşsözlerle, güzel fıkra ve hikâyelerle eğlendiren kimse. |
nedime | * Hanım arkadaş. * Hanım sultanın, yüksek makamda bulunan kadınların yardımcısı olan hanım. |
nedir ki | * şu var ki. * hangi nedenle?. * önemsiz, değersiz. |
nedret | * Nicelik bakımından alışılanın, umulanın veya gerekenin altında olma durumu, azlık, seyreklik. |
nedret kesbetmek | * seyrelmek. |
nefaset | * Nefis olma durumu. |
nefer | * Derecesi olmayan asker, er. * Kimse. |
nefes | * Soluk. * (boş bir inançla) Şifa verir diye hastaya okuyup üfleme. * Sigara, pipo içilirken içe çekilen duman. * Canlıvarlık. * Bektaşî ve Alevîlerin görüşve düşüncelerini belirtmek için yazılmışşiir. |
nefes aldırmamak | * dinlenmesine fırsat vermemek, aralık vermemek. |
nefes almak | * havayıciğerlerine çekmek, soluk almak. * dinlenmek. * ferahlamak, rahatlamak. * mutlu bir biçimde yaşamak. |
nefes borusu | * Bkz. soluk borusu. |
nefes çekmek | * sigara veya başka bir şeyin dumanını içine çekmek. * esrar içmek. |
nefes darlığı | * Solumada yaşanan sıkıntı. |
nefes etmek | * boş bir inanışa göre, rahatsızlığı, illeti geçirmek için okuyup üflemek. |
nefes kesici | * Heyecanlı, coşkulu. |
Kategoriler