nesir | * Dilin söz dizimi kurallarına uygun olarak kullanılan anlatım biçimi, manzum olmayan söz ve yazı, düz yazı. |
neskafe | * Hazır kahve. |
nesli tükenmek | * bitmek, tamamen yok olmak, ortadan kalkmak. |
nesne | * Belli bir ağırlığıve hacmi, rengi, maddesi olan her türlü cansız varlık, şey, obje. * Öznenin dışında kalan her konu, obje. * Geçişli fiili bütünleyen yalın veya belirtme durumunda bulunan tümleç. |
nesne öbeği | * Nesneyle ilgili olarak kullanılan kelimelerin bütünü. |
nesnel | * Nesne ile ilgili, nesneye ilişkin, öznel karşıtı. * Gerçeğe varmak amacıyla, taraf tutmadan inceleme yapan, hüküm veren, afakî, objektif. * Bireyin kişisel görüşünden bağımsız olan, objektif. |
nesnelci | * Nesnelcilikle ilgili olan. * Nesnelcilik yanlısı olan kimse, objektivist. |
nesnelcilik | * Öznel olmayan, yani herkes için geçer, öznenin değil nesnenin gerçekliğine dayanan bilgileri arayan akıl yolu, objektivizm. |
nesnelleşme | * Nesnel duruma gelme. |
nesnelleşmek | * Nesnel duruma gelmek. |
nesnellik | * Nesnel olma veya nesnelerin gerçeğine dayanma durumu. |
nesnesel | * Nesneye ilişkin. |
nesnesiz | * Nesnesi olmayan. * Belli bir nesneye dayanmayan ruhsal durum. |
Nesturî | * Nastur adlıSüryanî rahiplerinden birinin ortaya koyduğu mezhepten olan (kimse). |
neşe | * Üzüntüsü olmamaktan doğan, dışa vuran sevinç, şetaret. * Hafif sarhoşluk, çakırkeyf olma. |
neşelendirme | * Neşelendirmek işi. |
neşelendirmek | * Neşeli duruma getirmek, şenlendirmek, keyiflendirmek. |
neşeleniş | * Neşelenmek işi veya biçimi. |
neşelenme | * Neşelenmek işi. |
neşelenmek | * Neşeli duruma gelmek, şenlenmek, keyiflenmek. |
neşeli | * Sevinçli, keyifli, şen. |
neşesi kaçmak | * sevinci azalmak, kederlenmek. |
neşesi yerinde | * neşeli. |
neşesini bulmak | * neşeli bir duruma gelmek, neşelenmek. |
neşesiz | * Üzgün, düşünceli, keyifsiz. |
neşesizlik | * Neşesiz olma durumu, üzgünlük. |
neşet | * Çıkma, ileri gelme. |
neşet etmek | * kaynağını bir yerden almak, doğmak. |
neşetli | * Çıkışlı. |
neşide | * Bir toplulukta okunmaya değer şiir. * Atasözü gibi kullanılan beyit veya dize. |
neşir | * Yayma, dağıtma, saçma. * Yayım. |
neşredilme | * Yayımlanma. |
neşredilmek | * Yayımlanmak. |
neşren | * Yayım yoluyla. |
neşretme | * Neşretmek işi. |
neşretmek | * Yaymak, dağıtmak, saçmak. * Yayımlamak. |
neşriyat | * Yayın. |
neşrolunma | * Neşrolunmak işi veya durumu. |
neşrolunmak | * Yayımlanmak. |
neşter | * Kan almak, aşıyapmak veya küçük apseleri açmak için kullanılan ufak bıçak. |
neşter vurmak | * kesin bir sonuca ulaşmak amacıyla bir sorunu ele almak. |
neşterleme | * Neşterlemek işi. |
neşterlemek | * Neşterle kesmek. * Üzüntü verecek bir durumu veya sorunu hatırlatmak, deşmek. |
neşveli | * Neşeli. |
neşvünema | * Gelişme, yetişme. |
neşvünema bulmak | * gelişmek. |
net | * Bütün çizgileri belirgin olan, gözün bütün ayrıntılarıyla algıladığı iyi görünen (şey). * İyi duyulan (ses). * Kesintilerden sonra geri kalan (miktar), safi. * Açık seçik olan, anlaşılmaz yanı bulunmayan. |
net resim | * Genellikle 1/10 ölçeğinde çizilen ve işin; önden, yandan üstten görünüşünü veren teknik resim. |
net ücret | * Brüt ücretten gelir vergisi, sigorta primi vb. kesildikten sonra ele geçen ücret. |
netameli | * Gizli bir tehlikesi olduğu sanılan, tekin olmayan. * Başına sık sık kaza gelen. |
Kategoriler