naftalin | * Maden kömürü katranının kuru kuruya damıtılmasından elde edilen, özel kokulu, beyaz, 1,158 yoğunluğunda, 80° C de eriyen, 218° C de kaynayan, suda erimeyen, alkol, benzol ve eterde kolaylıkla eriyen, antiseptik bir hidrokarbon. |
naftalinleme | * Naftalinlemek işi. |
naftalinlemek | * Güveden korumak için yünlüler üzerine veya arasına naftalin serpmek veya atmak. |
naftalinlenme | * Naftalinlemek işi. |
naftalinlenmek | * Naftalin serpilmek, naftalin dökülmek. |
nagehan | * Ansızın, birdenbire, ani olarak. |
nağme | * Güzel, uyumlu ses, ezgi. * Ezgi bölümü, nota. * Birinin yalandan ve nazlanarak söylediği söz. |
nağme yapmak | * bildiği bir şeyi bilmez görünmek. * bahane ileri sürmek. |
nağmeli | * Nağmesi olan. |
nağmesiz | * Nağmesi olmayan. |
nahak | * Haksız, gereksiz. * Boşuna, boşyere. |
nahak yere | * Haksız, gereksiz olarak, boşyere, boşuna. |
nahır | * Sığır sürüsü. |
nahırcı | * Çoban. |
nahif | * Zayıf, cılız, çelimsiz. * Bkz. zayıf nahif. |
nahiv | * Cümle bilgisi, söz dizimi, sentaks. |
nahiye | * Bucak. * Bölge. |
nahiye müdürü | * Bucaktaki görevlerin sorumlu yöneticisi. |
nahoş | * Hoşolmayan, hoşa gitmeyen, kötü, çirkin. |
naif | * Kendi kendisini yetiştirmiş, doğal bir plâstik sanat yeteneğine sahip sanatçılar tarafından yaratılan resim sanatı. |
nail | * Erişmiş, ele geçirmiş, başarmış, kazanmış, ulaşmış. |
nail olmak | * erişmek, ulaşmak, kavuşmak. |
naip | * Tahtta hükümdar olmadığızaman veya hükümdarın çocukluğu sırasında devleti yöneten kimse. * Naiplik yapan. |
naiplik | * Naip olma durumu, niyabet. |
nakarat | * Bir şarkıda her kıtadan sonra tekrarlanan ve bestesi değişmeyen parça. * Çok sık tekrarlanan, bundan dolayı bıkkınlık vererek önemini yitiren söz. * Bir şiirin içinde iki veya daha çok kez tekrarlanan bölüm. |
nakaratlı | * Nakaratı olan. |
nakaratsız | * Nakaratı olmayan. |
nakavt | * Boks maçında yumruk etkisiyle yere düşen ve 10 saniye içinde kalkıp devam edemeyen oyuncunun yenilmesi durumu. |
nakavt etmek | * boks maçında nakavtla yenmek. * mat etmek. |
nakavt olmak | * boks maçında nakavtla yenilmek. |
nakden | * Para olarak. * Peşin olarak. |
nakdî | * Para ile ilgili, para bakımından, paraca, parasal. |
nakdî ceza | * Para cezası. |
nakdî kıymet | * Para bakımından değeri. |
nakdî teminat | * Borcun ödeneceğine dair, alacaklıya parayla sağlanan güvence. * Kredi kullanılmasıdurumunda güvence olarak gösterilen nakit değer. |
nakdî vergi | * Mal veya hizmet yerine para olarak ödenen vergi. |
nakdî yardım | * Para olarak yapılan yardım. |
nakıs | * Eksik, tam olmayan, bitmemiş, noksan. * Özrü, kusuru olan. * Eksi. |
nakış | * Genellikle kumaşüzerine renkli iplikler veya sırma ve sim kullanarak elle, makineyle yapılan işleme. * Özellikle duvar ve tavanlarısüslemek için yapılan resim. * Beste ve semaîlerin, dört yerine iki haneli olanlarına verilen ad. * Hile. |
nakışipliği | * Çeşitli motifleri kumaşüzerine işlemek için pamuk, ipek, yün veya başka maddelerden hazırlanan sırma, sim gibi özel iplik. |
nakışişlemek | * kumaşüzerine renkli iplikler, sırma veya sim kullanarak işleme yapmak. |
nakışmakinesi | * Nakışişleyen özel olarak yapılmışmakine. |
nakışçı | * Nakışyapan kimse. |
nakışçılık | * Nakışyapma işi. |
nakışlama | * Nakışlamak işi. |
nakışlamak | * Nakışla bezemek, işlemek. |
nakışlı | * Nakışı olan. |
nakışlık | * Nakışolma durumu veya değeri. |
nakışsız | * Nakışı olmayan. |
nakız | * Bozma, çözme; kırma. |
Kategoriler