nakibüleşraf | * Peygamber soyundan olanların işlerine bakmak üzere kendi aralarından atanan görevli. |
nakil | * Bir yerden alıp başka bir yere iletme, aktarma, taşıma, geçirme, aktarım. * Göç, taşınma. * Anlatma, söyleme, hikâye etme. * Bir görevden başka bir göreve atanma, tayin. * (yazı, resim için) Aynısını başka bir şeyin üzerine yapma, kopya etme. * Başka dilden bir eseri kendi diline çevirme, tercüme etme. |
nâkil | * Taşıyan, aktaran, geçiren. * Anlatan, hikâye eden. * İletken. |
nakil etmek | * Bkz. nakletmek. |
nakil vasıtası | * Taşıma aracı, taşıt. |
nakip | * Bir kavmin veya kabilenin başkanıyahut onun vekili. * Bir tekkede en yaşlıdervişveya dede. |
nakisa | * Eksiklik, kusur. |
nakit | * Para, akçe. |
nakit para | * Birikmiş, kullanılmaya hazır para, efektif. |
nakkare | * Mehterhanede yer alan, biribirine bağlı iki yarımküre benzeri ve iki değnekle vurularak çalınan bir tür küçük kös. |
nakkarhane | * Mehtar takımına ve bunun bulunduğu yere verilen ad. |
nakkaş | * Yapıların duvar ve tavanlarına süslemeler yapan usta, bezekçi. * Nakışçı. |
nakkaşlık | * Nakkaşolma durumu. * Nakkaşın işi. |
nakledilme | * Nakledilmek işi. |
nakledilmek | * Nakletmek işi yapılmak veya nakletmek işine konu olmak. |
naklen | * Nakil yoluyla, aktarılarak. |
naklen yayın | * Bazı olay veya gösterilerin olduğu sırada radyo veya televizyonda yerinden aktarılması, duyurulması, gösterilmesi, anlatılması, canlıyayın. |
nakletme | * Nakletmek işi. |
nakletmek | * Nakil işini yapmak, bir yerden başka bir yere geçirmek, iletmek. * Anlatmak, aktarmak. |
naklettirme | * Naklettirmek işi. |
naklettirmek | * Nakil işini yaptırmak, nakledilmesini sağlamak. |
naklî | * Taşıma ile ilgili olan. * Nakle dayanan, anlatılan, söylenen (gerçek). |
naklî | * Nakille ilgili. |
naklî mazi | * Belirsiz geçmiş. |
nakliyat | * Taşıma işleri, taşımacılık. |
nakliyatçı | * Taşıma işleri yapan (kimse), taşımacı. |
nakliyatçılık | * Nakliyatçı olma durumu. * Nakliyatçının işi. |
nakliye | * Taşıma işi. * Taşıma parası, taşımalık. |
nakliyeci | * Taşımacı. |
nakliyecilik | * Taşımacılık. |
nakşetme | * Nakşetmek işi. |
nakşetmek | * Süslemek, bezemek, nakışyapmak. * Kalıcıve etkili olmasını sağlamak. |
Nakşibendî | * Nakşibendilîk tarikatından olan kimse. |
Nakşibendîlik | * Şeyh Muhammed Bahaüddin Nakşibend’in kurduğu, gizli ibadete dayanan bir tarikat. |
Nakşîlik | * Nakşibendîlik. |
nakşolma | * Nakşolmak işi. |
nakşolmak | * Bir yerde belirli bir iz bırakmak, yer etmek. |
nakşolunma | * Nakşolunmak işi veya durumu. |
nakşolunmak | * Nakşolmak işi yapılmak. |
nakzen | * Bozarak. |
nakzen görmek | * yargıtay tarafından bozulan bir karar üzerine bozma sebeplerini de göz önünde tutarak davaya yeniden bakmak. |
nakzen iade etmek | * bir yargıkararını, yargılama yöntemine ilişkin hükümler bakımından yerinde görmeyip bozarak, hükmü veren mahkemeye geri göndermek. |
nakzetme | * Nakzetmek işi. |
nakzetmek | * Bozmak. * Yargıtay, bir mahkemenin yargısınıyerinde veya yolunda bulmayarak geri çevirmek. |
nal | * At, öküz gibi hizmet hayvanlarının tırnaklarına çakılan demir parçası. |
nal çakmak | * nallamak. |
nal deyip mıh dememek | * bir düşüncede direnmek. |
nal toplamak | * (at) yarışta sonlara kalmak veya sonuncu olmak. |
nalân | * İnleyici, inleyen. |
nalâyık | * Yakışıksız, hoşolmayan. |
Kategoriler