ortam | * Canlı bir varlığın içinde bulunduğu doğal veya maddî şartların bütünü. * Bir kimsenin veya bir insan topluluğunun yaşayışınıetkileyen ruhsal, toplumsal ve kültürel etkilerin bütünü. * Nesnel ve toplumsal yönlerle bazen kişinin iç dünyasınıda kapsayan yakın çevre, vasat. |
ortam yaratmak | * imkân sağlamak. |
ortanca | * Yaş bakımından üç kardeşin büyüğü ile küçüğü arasında bulunan. * Büyüklük, irilik bakımından üç nesne arasında sondan veya baştan ikinci gelen. |
ortanca | * Taşkırangillerden, kırmızı, pembe veya mor renkli çiçeklerini yaz başında açan, gölgelik yerlerde yetiştirilen bir süs bitkisi (Hydrangea hortensia). |
ortancalı | * Ortancası olan. |
ortanın sağı | * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili sosyal yapıyıkoruma veya olduğu gibi sürdürme eğiliminde bulunan partilerin benimsedikleri görüş. |
ortanın solu | * Ilımlısiyasî görüşe göre, sosyal alanla ilgili köklü değişimleri gerçekleştirmek çabasında bulunan partilerin benimsedikleri görüş. |
ortaokul | * Öğrencileri genel eğitim yoluyla bir yandan hayata, bir yandan da liseye hazırlayan üç yıllık orta öğretim okulu. |
ortasını bulmak | * ılımlıderecesini bulmak, uzlaştırmak. |
ortay | * Bir düzlem şeklin aynıyöndeki paralel bütün kirişlerini eşit parçalara bölen (çizgi). * Bir uzayı, bir yüzeyi eşit iki parçaya bölen (düzlem, çizgi). |
ortaya almak | * her yanını çevirmek, kuşatmak. |
ortaya atılmak | * ileri sürülmek, herkesin bilgisine sunulmak. * (bir kimse) bir işi yapmak için kendini göstermek, ortaya atılmak. |
ortaya atmak | * söylemek, ileri sürmek. |
ortaya bir balgam atmak | * bir işkıvamında iken, biri herkesin zihnini bulandıracak bir söz söylemek. |
ortaya çıkarmak | * delilleriyle göstermek, ispat etmek. |
ortaya çıkmak | * yokken var olmak, meydana çıkmak, türemek. * biri kendini göstermek. |
ortaya dökmek | * çıkarmak, göstermek. * açıklamak. |
ortaya düşmek | * (kadın) orta malı olmak, sokağa düşmek. |
ortaya koymak | * herkesin görebileceği yere koymak. * yaratmak, yapmak. |
ortaya sürülmek | * anlatılmak, belirtilmek, söylenmek. |
ortaya yayılmak | * herkes tarafından duyulmak, yayılmak. |
Ortodoks | * Doğmaya ve kilise öğretisine uygun olan. * Ortodoksluk mezhebinden olan (kimse). |
Ortodoksluk | * Meşru kilisenin resmî kararlarına uygun öğreti ve düşüncelerin bütünü. * Doğu Hristiyan kiliselerince sürdürülen, Yunan ve Slâvların çoğunun benimsediği mezhep. |
ortodonti | * Dişhekimliğinin, dişleri çenelerin üzerine estetik ve görev bakımlarından düzenli bir biçimde yerleştirmekle uğraşan kolu. |
ortoklâz | * Dik açı biçiminde ayrıtları olan, billûrlarıparça hâlinde dilinen bir çeşit potasyum feldspat. |
ortopedi | * Hekimliğin çocuklardaki vücut biçimsizliklerini düzelten veya önleyen bir kolu. * Vücutta kemikler, eklemler, kaslar, kirişler, sinirler gibi hareketi sağlayan organların bozukluklarını düzelten, tedavi eden cerrahî kolu. |
ortopedik | * Ortopedi ile ilgili olan. |
ortopedist | * Ortopedi uzmanı. * Ortopedi protezleri yapan kimse. |
ortoz | * Ortoklâz. |
orucunda olmak | * herhangi bir şeyi yemez içmez olmak. |
oruç | * Tanrı’ya ibadet amacıyla yeme, içme gibi birçok şeylerden belli bir süre veya biçimlerde kendini alıkoyma. * Haz veren şeylerden sağlanan yoksunluk. |
oruç açmak | * vakit gelince oruç bozmak, iftar etmek. |
oruç bozmak | * bir şey yiyerek, içerek orucunu kesmek veya sona erdirmek. |
oruç tutmak | * oruç ibadetini yerine getirmek. |
oruç yemek | * oruç tutmamak. |
oruçlu | * Oruç tutan (kimse), niyetli. |
oruçsuz | * Oruç tutmayan (kimse). |
orun | * Özel yer. * Makam, mansıp, mesnet, mevki. |
orunlama | * Bir konunun yerine onunla benzerlikleri olan bir başka konuyu anlatma. |
orya | * Karo. |
oryantal | * Doğu ile ilgili, doğuyu hatırlatan. |
oryantalist | * Doğu bilimci, şarkiyatçı, müsteşrik. |
oryantalizm | * Doğu bilimi. |
Os | * Osmiyum’un kısaltması. |
Osmanî | * Osmanlılarla ilgili. |
Osmanlı | * XIII. yüzyılda Osman Gazi tarafından Anadolu’da kurulan ve birinci Dünya Savaşından sonra dağılan büyük Türk İmparatorluğunun uyruklarına verilen ad. * Düşündüğünü çekinmeden, açıkça söyleyen, bulunduğu toplulukta yetki sahibi olan. |
OsmanlıTürkçesi | * XIII-XX. yüzyıllar arasında Anadolu’da ve OsmanlıDevleti’nin yayıldığı bütün ülkelerde kullanılmışolan, Arapça ve Farsçanın ağır baskısıaltında kalan Türk diline verilen ad. |
Osmanlıca | * Bkz. OsmanlıTürkçesi. |
Osmanlıcacılık | * Osmanlıcadan yana olan kimsenin tutumu. |
Osmanlıcılık | * Osmanlılık düşüncesini benimseyen ve yayan düşünce akımı. |
Kategoriler