oleik asit | * Oleik. |
olein | * Sıvıyağlarda ve margarinlerde bulunan oleik asidin bir esteri. |
oleometre | * Yağların yoğunluğunu ölçmeye yarayan sıvıöçler. |
olgu | * Birtakım olayların dayandığısebep veya bu sebeplerin yol açtığısonuç, vakıa. * Düşünülmüşolanın karşıtı, olmuşolan, gerçek olan, gerçekleşmişolan, vakıa. |
olgucu | * Olguculukla ilgili olan, pozitivist. * Olguculuk yanlısı olan (kimse). |
olguculuk | * Araştırmalarını olgulara, deneylere, gerçeklere dayayan, fizik ötesi açıklamalarıkuramsal olarak olanaksız ve yararsız gören Auguste Comte ‘un açtığıfelsefe çığırı, pozitivizm. |
olgun | * (meyveler için) Yenecek duruma gelmiş. * (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmiş, kâmil. |
olgun odun | * Ağaç gövdesinin öz odun ile dışodun arasında oluşan, ağaç işleri gereci olarak en üstün niteliği taşıyan bölümü. |
olgunca | * Olgun gibi, olguna benzer. |
olgunlaşma | * Olgunlaşmak işi. |
olgunlaşmak | * (meyveler için) Olgun duruma gelmek. * (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörüsü gereği kadar gelişmişolmak. |
olgunlaştırma | * Olgunlaştırmak işi. |
olgunlaştırmak | * Olgun duruma getirmek. |
olgunluk | * (meyveler için) Olgun, yenilebilir olma durumu. * (insanlar için) Bilgi, görgü ve hoşgörü bakımından gereği kadar gelişmişolma durumu, yetkinlik, kemal. |
olgunluk çağı | * İnsan hayatında beden ve ruhî yeteneklerinin en yetkin olduğu dönem. |
olgunluk sınavı | * Bilgi, görgü ve hoşgörü bakımından gereği kadar gelişmişolma durumu, yetkinlik, kemal. |
olgunluk yaşı | * Bkz. olgunluk çağı. |
oligarşi | * Siyasî gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığıyönetim, aristokrasinin daralmış biçimi, takım erki. |
oligoklâz | * Billûr kütlelerde serpme durumunda bulunan, beyazımtırak bir tür feldspat. |
oligosen | * III. çağın miyosen ile eosen arasındaki dönemi. |
olijist | * Kızıl renkli, kayaçlarda rastlanan doğal demir oksidi. |
olimpik | * Olimpiyatlarla ilgili, olimpiyat ölçülerinde olan. |
olimpiyat | * Eskiden Yunanistan’da Zeus onuruna yapılan yarışmalara verilen ad. * Her dört yılda bir başka ülkede yapılan, yalnızca amatörlerin katıldığıuluslar arasıspor yarışmaları, olimpiyat oyunları. * Çeşitli spor dallarında düzenlenen yarışma. |
olivin | * Sarımsıyeşil renkli, cam parıltılı, magnezyum ve demirli silikat, peridot. |
olma | * Olmak işi veya durumu. |
olmadık | * Daha önce hiç olmamış, alışılmamış, hiç beklenmeyen, olağan karşıtı. * Gereksiz, yerinde olmayan davranışveya söz. |
olmak | * Varlık kazanmak, meydana gelmek, vuku bulmak. * Gerçekleşmek veya yapılmak. * Bir görev, makam, san veya nitelik kazanmak. * Bir şeyi elde etmek, edinmek. * Bir durumdan başka bir duruma geçmek. * Herhangi bir durumda bulunmak. * Uygun düşmek, yerinde görülmek. * Yetişmek, olgunlaşmak. * Hazırlanmak, hazır duruma gelmek. * Bulunmak. * (özne olarak zaman bildiren kelimelerle) Geçmek, tamamlanmak. * Sürdürmek, yürütmek. * Bir kuruluşla, örgütle ilgili bulunmak, mensup olmak. * (zaman bildiren bir isimle) Yaklaşmak, gelip çatmak. * Bir şey, birinin mülkiyetine geçmek. * Özne bir isim tamlaması olduğunda, belirtenin belirtilene ait olduğu düşüncesini anlatır. * Ek fiilin genişzamanı olan -dır (-dir) anlamında kullanılır. * Sarhoşolmak. * Uymak, tam gelmek. * Yitirmek, elinden kaçırmak. * Bir yerde doğmuş, yaşamışolmak. * Bu fiilin genişzamanının tekil üçüncü kişisi olumlu olduğunda kabul, olumsuz olduğunda ret anlatır. * (bir şeyle birlikte) Bir olayla karşılaşmak; başına kötü bir şey gelmek. * (ne ile birlikte) Ne gibi bir ilginin bulunduğunu sormak veya hiçbir ilgi olmayacağını belirtmek için kullanılır. * Yol açmak. * Bir isim veya sıfatın belirttiği durumu almak. * Sıfat-fiil eki almışkelimelerle birlikte başlama, bitirme vb. bildiren fiilleri oluşturur. * (hastalık anlatan bir kelimeyle) Hastalığa yakalanmak, tutulmak. |
olmamış | * Olgunlaşmamış, ham. |
olmayacak | * Gerçekleşmesi imkânsız. * Olmasıhoşgörülmeyen, uygun olmayan. |
olmayacak duaya âmin demek | * gerçekleşmeyecek, sonuç, vermeyecek işlerle uğraşmak. |
olmaz | * İmkânsız, gerçekleşemez. * Yapılamayacak iş, tutum veya davranış. |
olmaz olmaz | * olamayacak, imkânsız şey yoktur. |
olmazlı | * Olması ihtimal dışı olan. |
olmazlık | * Olmazlı olma durumu veya olmazlı olan şey. |
olmuş | * Olgunlaşmış, ergin. * Oluşmuş. |
olmuş(veya pişmiş) armut gibi eline düşmek | * emeksiz ve zahmetsizce eline geçmek. |
olsa olsa | * Son ihtimal olarak, nihayet. * Ancak. |
olta | * Genellikle, bir olta takımının ava hazır bütününe verilen ad. * Balık avlamada kullanılan, ucuna çengelli iğne takılı, en çoğu at kuyruğu kılından olan veya naylon tellerden yapılmışiplik. * Hile, düzen, oyun, yem. |
olta balığı | * Olta ile avlanan balık. |
olta iğnesi | * Olta takımının ucuna takılan ve biçimlerine göre değişik adlarla anılıp esas balığın yakalanmasında kullanılan küçük çengel. |
olta takımı | * Olta ile balık avlamada kullanılan iğne, zoka gibi gereçlerin bütünü. |
oltacı | * Olta vb. balık avı gereci satan kimse. * Olta ile balık avlamada usta kimse. |
oltacılık | * Olta yapmak veya satmak işi. * Olta ile balık avlama işi. |
oltaya düşmek | * hileyle karşılaşmak, oyun veya düzen içinde girmek. |
oltaya vurmak | * (balık) oltaya takılmak. |
oltayıyutmak | * aldanmak. |
Oltu kebabı | * Oltu yöresine özgü yatay olarak şişe geçirilip kızartılan ve küçük küçük kesilen bir tür kebap. |
Oltu taşı | * Çeşitli süs eşyalarının yapımında kullanılan kara kehribar, oksidiyon taşı. |
Oltu tozu | * Bkz. pire otu. |
oluk | * Bir şeyin akmasına yarayan üst yanıaçık boru. * Yağmur sularınıdamların kenarlarına toplayıp akıtan yatay konumlu, genellikle çinko vb. boru. * Bir şeyin üzerinde oyulmuşyol. * Ay yüzeyinde görülen uzun yarıklardan her biri. |
Kategoriler