yoğunlaşma | * Yoğunlaşmak işi. * Buharın sıvıveya katıduruma geçmesi. * Birden çok molekülün genellikle su yitirerek bir tek moleküle dönüşmesi olayı. |
yoğunlaşmak | * Yoğun duruma gelmek, tekâsüf etmek. |
yoğunlaştırma | * Yoğunlaştırmak işi. |
yoğunlaştırmak | * Yoğun duruma getirmek, teksif etmek. |
yoğunluk | * Yoğun bir maddenin özelliği. * Bir cismin, bir santimetre küplük kütlesinin aynıhacimdeki +4°C lik suya göre oranı, kesafet. |
yoğunlukölçer | * Sıvıların yoğunluğunu ölçen araç, dansimetre. |
yoğurma | * Yoğurmak işi. |
yoğurmak | * Katıveya toz durumundaki bir maddeyi herhangi bir sıvı ile karıştırarak hamur durumuna getirmek. * Bir kişiye istenilen nitelikleri kazandırmak, yeteneklerini geliştirmek. |
yoğurt | * Maya katılarak koyulaştırılmış beyaz, kıvamlısüt ürünü. |
yoğurt çalmak | * yoğurt yapmak için süte yoğurt mayasıkoymak. |
yoğurt çiçeği | * Papatya. |
yoğurt çorbası | * Yoğurt ve yağkarışımıyapılan çorba. |
yoğurt gibi | * koyu ve katılaşmışnesneler için kullanılır. |
yoğurt otu | * Kök boyası gillerden, çiçekli dal uçlarında sütü kestirmekte kullanılan bir maya bulunan, bir yıllık veya çok yıllık otsu bitki (Galium). |
yoğurt tatlısı | * Yoğurttan ve şekerden yapılan tatlı. |
yoğurtçu | * Yoğurt yapan veya satan kimse. |
yoğurtçuluk | * Yoğurt yapma veya satma işi. |
yoğurthane | * Yoğurt yapılan yer. |
yoğurtlama | * Yoğurtlamak işi veya durumu. |
yoğurtlamak | * Yoğurt katmak. |
yoğurtlu | * İçine yoğurt katılmış, içinde yoğurt bulunan. |
yoğurtlu kebap | * Dilimlenmiş, küçük pide, yoğurtlu ve şişköfteden oluşan yemek. |
yoğurtma | * Yoğurtmak işi veya durumu. |
yoğurtmak | * Yoğurmak işini yaptırmak. |
yoğurum | * Yoğrulacak kadar olan. |
yok | * Bulunmayan, mevcut olmayan nesne, kimse vb., var karşıtı. * Yasaklanmışolan şey, yasak. * Olmayan, bulunmayan şey. * “Hayır” anlamında kullanılır. * Birbirine karşıt iki cümleden, ikincisinin başına getirilir. * Birinin söylediği sözlerden genelde kuşkulanıldığında veya sözler hafifsendiğinde kullanılır. * Savunulan bir düşünceyi doğrulayan sözün başına getirilir. |
yok canım | * öyle şey olmaz, hayır, inanmayın. * sahi mi, öyle mi?. |
yok devenin başı | * çok abartılı bir söz karşısında kullanılır. |
yok devenin pabucu | * Bkz. yok devenin başı. |
yok etmek | * varlığına son vermek, ortadan kaldırmak, ifna etmek, izale etmek. |
yok oğlu yok | * ortalıkta yok, hiç yok. |
yok olmak | * ortadan kalkmak, kaybolmak, varlığısona ermek. |
yok pahasına | * Kâr elde etmeksizin, değerinden çok düşük. |
yok pahasına (satmak, almak veya gitmek) | * son derece ucuz. |
yok satmak | * bir malıyokluğu yüzünden satamamak. |
yok yere | * Hiçbir gereği ve yararı olmadan. |
yok yok | * ne istersen var. * hayır hayır!. |
yok yoksul | * Zengin olmayan, fakir. |
yokçu | * Hiççi, nihilist. |
yokçuluk | * Hiççilik, nihilizm. |
yoklama | * Yoklamak işi, kontrol. * Bir topluluğu oluşturan üyelerin belli bir zaman ve yerde bulunup bulunmadığınıanlamak için yapılan sayma işlemi. * Okullarda öğrencilerin bilgisini anlamak için yapılan küçük sınav. |
yoklamacı | * Kalelerdeki savaş araç ve gereçlerini bakımdan geçirmek için başsehirden gönderilen görevli. * Künye defterine göre askerin bakımıve denetimiyle görevli kimse. |
yoklamak | * El ile dokunarak incelemek. * Bakmak, gözden geçirmek, kontrol etmek. * Durum, bilgi, niyet vb. yi belirlemeye veya anlamaya çalışmak. * Ziyaret veya sağlığınısormak amacıyla birine gitmek. * Ara sıra etkisini göstermek. * Aramak, araştırmak. |
yoklanma | * Yoklanmak işi. |
yoklanmak | * Yoklamak işine konu olmak. |
yoklatma | * Yoklatmak işi. |
yoklatmak | * Yoklamak işini yaptırmak. |
yokluk | * Yok olma, bulunmama durumu, adem, fıkdan, gaybubet, varlık karşıtı. * Fakirlik. * Hiçlik. |
yokluk eki | * Bir ismin önüne gelerek yok olma durumunu belirten yabancıkökenli ek. |
yoksa | * Bir düşüncenin, bir davranışın, bir tutumun ters olma ihtimalini anlatmak için kullanılır. * Sayıları ihtimallerin dışında bir ihtimali bildirmek için kullanılır. |
Kategoriler