yorulmak | * Yorgun duruma gelmek. |
yorulmak | * Bir sebebe bağlanılmak, yorumlanmak. |
yorum | * Bir yazının veya bir sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa kavuşturma, tefsir. * Bir olayı belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme. * Gizli veya hayalî olan bir şeyden anlam çıkarmak. * Bir müzik parçasıveya tiyatro oyununun orijinal bir teknik ve duyarlılıkla sunulması. |
yorumcu | * Yorum yapan kimse. |
yorumculuk | * Yorumcu olma durumu. |
yorumlama | * Yorumlamak işi. |
yorumlamak | * Bir yazıyıveya bir sözü yorum yaparak açıklamak, tefsir etmek. * Bir olaya, bir duruma bir anlam vermek, tabir etmek. * Bir müzik parçasınıveya bir tiyatro oyununu kendine özgü bir duyarlık ve teknikle çalmak, söylemek veya oynamak, icra etmek. |
yorumlanma | * Yorumlanmak işi. |
yorumlanmak | * Yorumlamak işi yapılmak veya yorumlamak işine konu olmak, tefsir edilmek. |
yosma | * Şen, güzel, fettan (genç kadın). * Çok süslü giyinen ve modaya düşkün kadın, koket. |
yosmaca | * Yosmaya yakışan biçimde, yosma gibi. |
yosmalık | * Yosma olma durumu, yosmaca davranış. |
yosun | * Tallı bitkilerin, çoğu sularda yetişen, ilkel yapıdaki örneklerine verilen genel ad. |
yosun bağlamak (veya tutmak) | * üzerini yosun kaplamak. |
yosun külü | * Yosunların yakılmasından elde edilen önceleri cam ve sabun sanayiinde kullanılan, soda ve iyot üretiminde değerlendirilen deniz yosunu ürünü. |
yosuncul | * Yosunla beslenen veya yosunların içinde yaşayan. |
yosunlanma | * Yosunlanmak, yosunlaşmak işi. |
yosunlanmak | * Yosun oluşmak, yosunla kaplanmak. |
yosunlu | * Yosunu olan, yosunla kaplanmışolan. |
yoz | * Doğada olduğu gibi kalarak işlenmemişolan. * Kaba, adî, bayağı. * Soysuz, yozlaşmış, dejenere. * Kısır. |
yozcu | * Koyun ticareti yapan kimse. |
yozlaşma | * Yozlaşmak işi, tereddi. |
yozlaşmak | * Özündeki iyi nitelikleri birtakım dışetkenlerle zamanla yitirmek, bozulmak, soysuzlaşmak, doğasındaki iyi nitelikleri sonradan yitirmek, tereddi etmek. * Bir şey, manevî anlamda değer yargılarını, özelliklerini ve niteliklerini yitirmek, bozulmak, dejenere olmak, özünden uzaklaşmak. |
yozlaştırma | * Yozlaştırmak işi. |
yozlaştırmak | * Yozlaşmasını sağlamak, yozlaşmasına sebep olmak, soysuzlaştırmak, dejenere etmek. |
yozluk | * Yoz olma durumu, tereddi. |
yön | * Belli bir noktaya göre olan yer, taraf. * Bir şeyin belli bir noktaya baktığıyan, veçhe. * Bir yere gitmek için izlenen yol, cihet, istikamet. * Tutulacak, izlenecek yol. |
yön belirteci | * Yön belirleme işine yarayan alet, pusula. |
yön eki | * Bkz. yön gösterme eki. |
yön gösterme eki | * Türkiye Türkçesinde kalıplaşıp sayılıörneklerde kalan yön bildiren yer ve zaman adlarıyapan ek: son-ra, taş-ra, dış-arı, iç-eri vb. |
yön vermek | * yeni bir biçim, yeni bir düzen vermek. |
yön zarfı | * Yön bildiren zarf. |
yönden | * bakımından. |
yöndeş | * Yönü aynı olan, aynıyöne bakan. |
yöndeşaçılar | * İki paralel çizginin bir kesenle kesişmesinden oluşan ve biri içte, biri dışta olarak, kesenin aynıtarafında kalan açılar. |
yönelik | * Belli bir yöne çevrilmişolan, müteveccih, ait, özgü. |
yönelim | * Yönelme durumu. * Kendi durumunu veya bulunduğu yerin durumunu başka yerlere göre belirleme. * Bireyin, karşılaştığıkarışık ve sorunlu durumlarda kendi yönünü, tutumunu belirlemesi. * Bitki ve hayvan gibi bazıcanlıvarlıkların, ışık, ısı, besin gibi türlü uyarıcısebeplerin etkisi altında, bu uyarıcılara doğru veya tersine yer değiştirmeleri olayı, doğrulum, tropizm. |
yöneliş | * Yönelmek işi veya biçimi. |
yönelme | * Yönelmek işi. |
yönelme durumu | * İsim soyundan bir sözü yaklaşma, yönelme kavramlarıyla fiile veya bir edata bağlayan durum, -e hâli, datif: Türkçede -e ( -a, -y-e, -y-a ) ekiyle belirtilir: Eve (ev-e), yola (yol-a), bahçeye (bahçe-y-e), kapıya (kapı-y-a). |
yönelme hâli | * Bkz. yönelme durumu. |
yönelmek | * Belli bir yön tutmak, yüzünü belli bir yöne doğru çevirmek, teveccüh etmek. * Amaç olarak benimsemek. * Hedef almak. |
yönelmeli | * Yönelme durumunda olan. |
yönelmeli tümleç | * Yapılan işin anlamını bütünleyen ve yönelme durumunda bulunan tümleç: Çocuklar eve geldi örneğindeki gibi. |
yönelteç | * Direksiyon. * Bisikletin ön tekerlek maşasıüstüne bağlanmış, iki elle kullanılan yön değiştirme aracı, gidon. |
yöneltilme | * Yöneltilmek işi. |
yöneltilmek | * Yöneltmek işi yapılmak. |
yöneltim | * Yöneltmek işi. |
yöneltme | * Yöneltmek işi, tevcih. * Öğrencilerin okul yaşamına, izleyecekleri derslere uyumlarını sağlamayıamaçlama, seçecekleri meslekleri yönlendirme işi. * Bir ırakgörürü veya gözlem aracını bakılacak yıldıza doğru çevirme işi. |
yöneltmek | * Bir şeye belli bir yön vermek, yönelmesini sağlamak, çevirmek, tevcih etmek. * Birine veya bir şeye doğru bakmak. * Birine bir şey söylemek, tevcih etmek. |
Kategoriler