zorunlu tasarruf | * Mecburen yapılması gereken tasarruf. |
zorunluk | * Olması gerekme, olduğundan başka olmama durumu, mecburiyet, zaruret, ıstırar. * Olayların iç ve özlerindeki düzenlilik, yasaya bağlılık ve yapı gereği, belli şartlar altında ortaya çıkması kaçınılmaz olan şey. * İnsanın, doğanın ve toplumun nesnel yasalarına bağımlı olmasıdurumu. |
zorunluluk | * Zorunlu olma durumu, zorunluk. |
Zr | * Zirkonyum’un kısaltması. |
zuhur | * Ortaya çıkma, görünme, belirme, başgösterme, meydana çıkma. |
zuhur etmek | * ortaya çıkmak, görünmek, belirmek. |
zuhurat | * Gerçekleşeceği düşünülmeyen, hesapta olmayan, umulmadık, olağan dışı olgular. |
zuhurî | * Orta oyununda taklitçi. |
zuhurî kolu | * Orta oyunu takımı. |
zula | * Kaçak ve yasak şeylerin saklandığı gizli yer. |
zula etmek | * çalmak, aşırmak. |
zulmet | * Karanlık. |
zulmetme | * Zulmetmek işi veya durumu. |
zulmetmek | * Eziyet etmek, işkence etmek. |
zulüm | * Güçlü bir kimsenin yasaya veya vicdana aykırı olarak başkasınıuğrattığıkötü durum, kıyım, kıygı, acımasızlık, haksızlık, eziyet, cefa. |
zulüm görmek | * haksızlığa uğramak, kendisine eziyet edilmek. |
zum | * Değişebilir odak uzaklıklı objektif, optik kaydırma. |
zum yapmak | * doğaya bakışaçısını genişletmek veya daraltmak amacıyla objektifin odak uzaklığınıdeğiştirmek. |
zurna | * Keskin bir ses çıkaran ve çoğu zaman davulla veya dümbelekle birlikte çalınan nefesli çalgı. |
zurna gibi | * dar (pantolon). |
zurnacı | * Zurna çalan kimse. |
zurnacılık | * Zurnacının işi veya mesleği. |
zurnacının karşısında limon yemek gibi | * birinin zihnini çelip işini göremeyecek duruma getirildiği anlatılırken söylenir. |
zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına | * “rastgele yapılan plânsız işlerde yöntem, kural aranmaz” anlamında kullanılır. |
zurnanın zırt dediği yer | * sürdürülmekte olan bir işin en can alıcınoktası. |
zurnapa | * Zürafa. |
zurnazen | * Zurna çalan kimse, zurnacı. |
zurt | * Bkz. zart zurt. |
zübde | * Özet, öz. |
zücaciye | * Cam, porselen vb. maddelerden yapılmışeşya. * Cam, porselen ile ilgili. |
züğürt | * Parasız, yoksul, meteliksiz olan kimse. |
züğürt tesellisi | * Kötü sonuçlanmış bir işte, çok önemsiz iyi bir yan bularak sevinme. |
züğürtleme | * Züğürtlemek işi veya durumu. |
züğürtlemek | * Parasız, meteliksiz kalmak, züğürt duruma gelmek. |
züğürtleşme | * Züğürtleşmek işi veya durumu. |
züğürtleşmek | * Züğürt durumuna gelmek. |
züğürtlük | * Parasızlık, parasız kalma durumu, meteliksizlik. |
Zühal | * Sekendiz, Satürn. |
Zühre | * Çulpan, Çoban yıldızı, Venüs. |
zührevî | * Frengi ve bel soğukluğu gibi cinsel ilişkilerle bulaşan (hastalık). |
zührevî hastalık | * Bkz. zührevî. |
züht | * Dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp, buyurduklarınıyerine getirme, takva. |
zühul | * İşçokluğu veya dalgınlık sebebiyle yanılma, geciktirme, ihmal etme. |
zükâm | * Nezle, ingin, dumağı. |
zül | * Alçalma, düşkünlük; ayıplanacak şey. |
zül saymak | * (bir olay veya sözü) küçültücü, alçaltıcı, aşağılayıcı olarak değerlendirmek. |
zülâl | * Saf, tatlısu. |
Zülcelâl | * Tanrı. |
zülfaris | * Baklagillerden bir süs bitkisi ve bunun güzel kokulu, mor, beyaz renkli, saç lülesi görünüşünde olan kıvrıntılıçiçeği (Phaseolus caracalla). |
zülfaruz | * Bkz. zülfaris. |
Kategoriler