zeminde | * konuda. |
zeminli | * Zemini olan. |
zeminlik | * Yer altı barınağı. |
zemmetme | * Zemmetmek işi veya durumu. |
zemmetmek | * Yermek, kınamak, kötülemek, çekiştirmek. |
zemzem | * Kâbe yakınında bulunan bir kuyu. * Bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu. |
zemzem kuyusuna işemek | * ünlü olsun, adıanılsın diye herkesi iğrendirip kızdıran kötü bir işyapmak. |
zemzem suyu | * Bkz. zemzem. |
zemzem suyu ile yıkanmak | * hiçbir suçu veya günahı olmamak. |
zemzemle yıkanmışolmak | * biri, ötekine göre çok iyi nitelikte olmak. |
zen | * Kadın. |
zencefil | * Zencefilgillerden, Hindistan ve Malezya’da yetişen, yaklaşık 100 cm yüksekliğinde, kamışgörünüşünde, çok yüksek ve otsu bir bitki (Zingiber officinale). * Bu bitkiden elde edilen ve baharat olarak kullanılan toz. |
zencefilgiller | * Bir çeneklilerden, zencefil, kakule, zerdeçal gibi ıtırlı bitkileri içine alan bir familya. |
zencerf | * Zincifre. |
zenci | * Siyah ırktan olan kimse, siyahî. * Fellâh, Arap. |
zencir | * Bkz. zincir. |
zencirek | * Cilt kapağındaki ince çizgiler. |
zendost | * Kadınlara düşkün olan, zampara, kadıncıl. |
zendostluk | * Kadınlara düşkünlük, zamparalık. |
zengin | * Parası, malıçok olan, varlıklı. * Yararlıveya kendisinden beklenilen, istenilen nitelikleri çok olan. * Verimli. * Gösterişli. |
zengin arabasınıdağdan aşırır, fakir düz ovada yolunu şaşırır | * zengin, para gücüyle güçlükleri yenerken, yoksul, parasızlık yüzünden en kolay bir işi bile başaramaz. |
zengin erki | * Plutokrasi. |
zengin etmek | * çok mal ve para sahibi yapmak. |
zengin kafiye | * Dizelerdeki uyaklarda ikiden çok ses arasındaki uyumluluk. |
zengin olmak | * çok mal ve para edinmek. |
zenginin malızüğürdün çenesini yorar | * birinin zenginliğinden çok söz etmenin gereksizliğini, yersizliğini belirtmek için söylenir. |
zenginleme | * Zengin duruma gelme. |
zenginlemek | * Zengin duruma gelmek. |
zenginleşme | * Zenginleşmek işi veya durumu. |
zenginleşmek | * Zengin duruma gelmek. |
zenginleştirme | * Zenginleştirmek işi veya durumu. |
zenginleştirmek | * Zengin duruma getirmek, zenginleşmesini sağlamak. |
zenginlik | * Zengin ve varlıklı olma durumu. |
zenne | * Kadın (eşyası). * Orta oyununda veya Karagöz’de kadın rolüne çıkan erkek oyuncu. |
zenneci | * Kadın eşyasısatan kimse. |
zennelik | * Zenne rolü. * Kadınlara yarar (eşya). |
zenneye çıkmak | * orta oyununda erkek oyuncu, kadın rolüne çıkmak. |
zephiye | * Kesim evinde kesilen hayvanlar için kasapların ödedikleri vergi. |
zeplin | * Çoğunlukla hidrojen veya helyumla şişirilmişgüdümlü balon. |
zer | * Altın. |
zeravent | * Çok yıllık, otsu veya çalı biçiminde bir bitki, loğusa otu, kaba kulak otu, kara asma, kurtluca (Aristolochia). |
zerdali | * Kayısıağacının Akdeniz ülkelerinde yetiştirilen küçük meyveli bir türü (Armeniaca vulgaris). * Bu ağacın sarı, etli ve tadıacıçekirdekli meyvesi. |
zerde | * Safranla renk ve koku verilen bir çeşit şekerli pirinç peltesi. |
zerdeçal | * Zencefilgillerden, kök saplarından safranıandıran boyalı bir madde çıkarılan, yapraklarısivri uçlu, çiçekleri sarırenkte, çok yıllık bir bitki, Hint safranı, sarı boya (Curcuma longa). |
zerdeva | * Ağaç sansarı(Martes). |
Zerdüştçülük | * İsa’dan önce VII. yüzyılda Zerdüşt tarafından düzenlendiği ileri sürülen, temel ilkeleri, iyilik (aydınlık) ve kötülük (karanlık) olan din. |
Zerdüştî | * Zerdüşt’ün kurduğu dinden olan (kimse). * Bu dinle ilgili olan. |
zerk | * Bir sıvıyışırınga ile verme, içitme, içitim. |
zerk etmek | * bir sıvıyışırınga vb. ile vermek, içitmek. |
zerre | * Çok küçük parçacık. * Molekül. |
Kategoriler